Komplo teorilerinden uzak bir ülke

"HVAR", Hırvatistan’ın Split şehrinin biraz güneyinde bir ada.

Adayla aynı adı taşıyan kasabası, İtalyan mimarisinin etkisinde kalmış çok güzel bir yerleşim yeri.

Pazar günü akşamüzeri, kasabanın kilisesinin bulunduğu meydandayız.

Meydandaki bütün kafelere birer plazma ekran konmuş.

Birbirinden güzel genç kız ve erkekler, Hırvat milli takımının formasını giymiş, Hırvatistan-Japonya maçını izliyor.

İstisnasız bütün kafeler dolu.

Hepsinden heyecanlı sesler yükseliyor.

Adriyatik kıyılarının bu güzel kasabasının meydanında, futbol denilen sporun küresel gücünü görüyorsunuz.

* * *

Saat 18.00’de bu defa Brezilya-Avustralya maçı başlıyor.

Kafeler yine dolu.

Ama bu defa Avustralya formalı insanlar var.

Hırvatça haykırışların yerini İngiliz aksanlı sloganlar alıyor.

Tam önümdeki bir gencin sırtındaki tişörtte "Fanatics" yazısını okuyorum.

Hemen altında ise beni şaşırtan iki bayrak var.

Biri Avustralya, öteki Türk bayrağı.

Belli ki, Çanakkale’de Şafak ayinine katılmış genç bir Avustralyalı.

Akşam, daha çok rock müzik meraklılarının gittiği bir barda Fransa-Güney Kore maçını izliyoruz.

Güney Kore beraberlik golünü attığında "Goool" diye ayağa fırlıyorum.

Başından beri maçı tepkisiz biçimde izleyen bar sakinleri, merakla bana bakıyor.

Güney Kore gol atınca niye sevindim, ben de bilmiyorum.

Altı yıl Fransa’da yaşadım.

Fransa’ya öyle özel bir kızgınlığım falan yok.

Her Türk gibi Güney Kore’ye özel bir sempatim var.

Ama bu öyle bir başka ülkede ayağa fırlayıp "Goolll" diye bağıracak kadar derin bir şey değil.

Öyleyse neden?

Bunu tamamen tarafsız maç seyretme psikolojisine bağlıyorum.

Güney Kore gol atınca maç eşitlenecek ve daha zevkli hale gelecek diye düşünüyorum.

* * *

Ertesi gün tekneyle Hvar’dan ayrılıp Dubrovnik’e doğru iniyoruz.

Hırvatistan sahilleri hakkında çok şey işitmiştim.

Az bile anlatmışlar.

Biz Türklere ve Yunanlılara sesleniyorum.

Bu sahiller yakında Ege’nin en büyük rakibi olursa hiç şaşırmayın.

Teknelere meraklı bir arkadaşım, "Akdeniz’de denizciliğin yeni merkezi orası oluyor" dedi.

Yunanistan, "adalar ülkesi" olmakla övünür.

Gelip bir de burayı görmek lazım.

Hiç abartmıyorum, binlerce ada var.

Hepsi Ege koyları kadar güzel.

* * *

Şimdi bizim Tarım Bakanı’na seslenmek istiyorum.

Split’ten Dubrovnik’e kadar aşağı yukarı 100 mil yaptık.

Bir tane balık çiftliğine rastlamadık.

Kaptanımız balık çiftlikleri olduğunu, ancak bunların belli yerlerde toplandığını söyledi.

Yani bizim Bodrum koyları gibi yerlerde bir tane bile balık çiftliği yok.

Tabii bir de mimari estetik.

Yol boyunca İtalyan mimarisinin bütün güzelliklerini taşıyan onlarca yerleşim yeri gördük.

Şehir dokuları mükemmel.

Öyle siteler falan yok.

Türkiye’deki kalitede otel de pek yok.

Ama emin olunuz, bu ülke en geç 10 yıl içinde harikalar yaratacaktır.

Bu sahillerde yabancılar bol bol ev alıyorlar.

Öyle "Vatan toprakları peşkeş çekiliyor" diye bağıran yok.

Tam aksine teşvik ediliyor.

Çünkü bunun çok verimli bir yatırım olduğunu biliyorlar.

Bizdeki gibi, "İsrailliler gizli gizli toprak alıp koridor açmaya çalışıyor" zırvalarına inanan komplo teorisi manyakları da yok.

Kısaca, Hırvatistan kendinden emin, güzel bir geleceğe doğru yürüyor.

* * *

Son sözüm Türk şarapçılarına...

Hvar’da akşam yemeğini çok güzel bir restoranda yedik.

Mehmet Ali Yalçındağ, çok iyi olduğunu söylediği bir Hırvat şarabı ısmarladı.

Önce dudak büktüm.

Fakat şarap konusunda çok bilmenin ve önyargının ne kadar kötü bir şey olduğunu pazar akşamı anladım.

Zlatan Plavac isimli bir şarap içtik.

İtalya’nın güney bölgelerindekini andıran mükemmel bir şaraptı.

Hırvatistan’a gidenlere tavsiye ederim.

"Grand cru" olanını içeceksiniz.

Ama iki noktaya dikkat.

Fiyatı, normal şarap fiyatlarından biraz pahalı.

Restoranda 70-80 dolar civarında.

Bir de 15 derece civarında kuvvetli bir şarap.

Fazla içmemekte yarar var.
Yazarın Tüm Yazıları