Kırmızının da kıpkırmızısı

UKRAYNA ’nın eski Başbakanı Timoşenko’ya verilen 7 yıl hapis cezasını öğrendiğim an, 2002 yılının o gecesine gittim.

Televizyon başında heyecanla Brüksel’den gelecek haberi bekliyorduk.
Türkiye ile Avrupa Birliği arasında tam üyelik sürecinin başlayacağı o gece...
“Kızım ve torunlarım artık uygar bir coğrafyada yaşayacaklar” diye umut doluydum.
Ülkem, çocukluğumdan beri kendimi ait hissettiğim bir Batı’ya doğru tarihi yürüyüşünü başlatıyordu.
Telefon çaldı.
Arayan kayınvalidem Perihan Oral’dı.
Kolay heyecanlanmayan, sakin bir insandır. Ama bunca yıldır hiç tanık olmadığım bir heyecanla konuşuyordu.
“Başbakan Abdullah Gül’ü ve Tayyip Erdoğan’ı kutlamak lazım. Desteklemek lazım. Çok büyük bir iş başarıyorlar” dedi.
Belki bu sözler size bir şey ifade etmiyor. O nedenle Perihan Oral kimdir anlatmam lazım.

Perihan Oral, 5 dönem milletvekilliği, Türkiye’nin ilk enerji bakanlığı, TBMM Başkanvekilliği ve Anayasa Komisyonu Başkanlığı görevlerini yapmış CHP milletvekili Hüdai Oral’ın eşidir.
Hüdai Oral’ın babası Hulusi Oral, Çanakkale Savaşı’na katılmış, CHP’nin tek parti döneminde Denizli il başkanlığını yapmış bir siyasetçiydi.
Perihan Oral’ın ailesi de CHP’liydi.
Atatürk ideallerine sımsıkı bağlı bir ailenin üyesidir.
İşte bu Türk kadını o gece, hayatımda hiç tanık olmadığım bir heyecanla beni aramış ve “Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan’ı desteklemeliyiz. Tarihi bir işi başarıyorlar” demişti.
Bu sözler ve bu heyecan şu anlama geliyordu.
Tayyip Erdoğan’ın AK Partisi o gece, şimdi iyice “ötekileştirilen” başörtüsüz Türkiye’nin de tam desteğini almıştı.

Ben de aynı heyecanı ve inancı taşıyordum.
Ülkem, artık medeni ve demokratik bir dünya tercihini bütün dünyaya ilan ediyordu.
Askeri darbelerle büyümüş, ekonomisi hep aksayan, dünyaya kapalı bir ülkede yaşamıştım.
Ülkeme demokrasi ve refah gelecekti.
İnsan haklarına saygılı bir toplum olacaktık.
En önemlisi, demokrasinin onsuz olunamaz en temel özelliğine sahip olacaktık.
Hukuka...
Gerçek manada bir hukuka.

Timoşenko’ya tamamen siyasi intikam amacıyla verilen bu cezaya Avrupa Birliği büyük tepki gösterdi.
Bu ceza yeniden gözden geçirilmezse, Ukrayna ile AB arasındaki ilişkilerin bitebileceği mesajını çok açık bir dille verdi.
O günkü Herald Tribune gazetesinde bir AB yetkilisinin şu sözleri çok dikkatimi çekti.
“Avrupa Birliği’nin kırmızı çizgileri vardır. Bir de kırmızın en kırmızısı çizgi vardır. O da adalettir...”
Evet, kırmızı değil, kıpkırmızı bir çizgi...
Bir gün herkese lazım olacak gerçek bir adalet duygusunun zaruretini ancak böyle keskin bir ifadeyle dile getirebilirsiniz.
Şimdi düşünün, elinizi vicdanınızın tam üzerine koyun.
2002 yılında o coğrafyaya katılmak için heyecanla yola koyulan ülkemizde bu kıpkırmızı çizginin çekildiğini söyleyebilir misiniz?
Elinizi, dünya görüşünüzün, inancınızın, ideolojinizin üstünden çekin ve vicdanınızın üzerine koyun.
Görebiliyor musunuz?

Yıllarca kendi kendime sormuştum.
Yargıyı temsil eden kadın simgesinin gözleri neden bağlıdır?
Bu simgeyi hep manasız bulmuştum.
Şimdi anlıyorum.
Hem de çok iyi anlıyorum.
Adaletin neden gözleri bağlı bir kadın tarafından temsil edildiğini, şu son 3 yıl bana çok iyi anlattı.
Bir de “gücün adaleti” nedir, “adaletin gücü” nedir, onu çok iyi öğrendim.
İşte o yüzden, 2002 yılındaki o gecenin heyecanını yeniden yaşayabileceğim günleri özlüyorum.
Ama ne yazık ki artık o günkü kadar umutlu değilim.
Yazarın Tüm Yazıları