Etrafındakilere böcek muamelesi yapan gözler, sonunda aynı umursamazlık ve emin ifadeyle krala döner:
"Bana gümüş bir tepside Vaftizci Yahya’nın başını getirin..."
* * *
Meraklı sessizlik bir anda endişeli mırıltılara dönüşür.
Kral korkar. Bir din adamının başını almayı istemez.
Salome ise gövdesinin erkekte yarattığı zaafı zafere çevirmekte kararlıdır.
Şehvetin esir aldığı kralın yapabileceği bir şey kalmamıştır.
Emir verilir. Vaftizci Yahya’nın kanlı başı gümüş bir tepsi içinde getirilip Salome’nin önüne konur.
Salome, üç dört saat önce kendisini reddeden erkeğin başını eline alır ve onunla konuşmaya başlar:
"Tutkumu ne seller, ne büyük denizler söndürebilir.
Bir prensestim, beni aşağıladın. İffetliydim, damarlarımı ateşe verdin.
Aşkın gizemi, ölümün gizeminden daha büyük."
Sonra oradakilerin hayret dolu bakışlarına hiç aldırmadan, reddeden erkeğin kesik başını kendine doğru çeker ve ağzından öper.
İntikam ayini şu cümlelerle bitecektir:
"Dudaklarında acı bir tat var. Bu, kanın tadı mı?"
Ölü dudaklar hiç kımıldamazken, Salome onun da cevabını verecektir:
"Hayır, belki de aşkın tadıdır..."
* * *
Sık sık yazıyorum. Kadın beni korkutur.
Tutkusu ise ürpertir.
Ama bütün erkekler gibi benim de elimden bir şey gelmez...
O yüzden tavsiyem şudur:
Kadın çağırırsa gidilir...
(*) Anlattığım Salome, Oscar Wilde’ın senaryosudur. Yoksa daha yüzlerce Salome vardır. Bu konuda gerçekten çok iyi yazılmış müthiş bir kitap okumak istiyorsanız, geçen haftaki tavsiyemi yeniden yapacağım: Toni Bentley: "Salome’nin Kız Kardeşleri", Türkçesi; Mefkure Bayatlı, Agora Kitaplığı, 2006.