İlahi el 133 yılı sildi

İLAHİ bir el, bir ülkenin tarihinden 133 yılı silebilir mi...

Haberin Devamı

Çift pervaneli uçağımız, 25 dakikalık uçuştan sonra Lalibela Havaalanı’na inerken kafamızda böyle bir soru yoktu. İlk hissiyatımız şu olmuştu:
1970’lerde hippilerin bir nevi hac yeri olan Katmandu’ya gelmiş gibiyiz. Hayır, görüntünün hiç alakası yok. Sadece uçaktan inenlere bakıyorum ve bu hissi alıyorum.
Etiyopya henüz büyük turizm tarafından keşfedilmemiş bir yer. Oraya sadece benim gibi sinematografik bir gizem ve duygu arayan insanlar gidiyor.
Bu duygum o akşamüzeri şehrin sokaklarında gezerken daha da güçlenecek.

İlahi el 133 yılı sildi


KOMADAKİ KRALIN EMİRLE CENNETTE KURDUĞU YER

Haberin Devamı


Lalibela dağların içine yapılmış taş kiliselerle dolu bir bölge. Etiyopya’da her yerin, herkesin, her şeyin bir efsanesi var.
Bir yerde bir “saray” ve bir de kral varsa, orada mutlaka zehirlenme korkusu ve olayı da vardır.
Efsaneye göre, Kral Lalibela, başka bir anneden olma kardeşi tarafından zehirlenir ve komaya girer. Komadayken cennete gider. Bazılarına göre ise gittiği yer Kudüs’tür.
Orada Tanrı ona, geri gitmesini ve bugün Lalibela denen yerde Kudüs’ü yeniden inşa etmesini emreder. Lalibela böylece bir Tanrı buyruğu olarak kurulur. Dünyada inanç ve hac merkezi sayılan çok yer gezdim. Butan’a, Katmandu’ya, Vatikan’a, Kudüs’e, Aynaroz’a, Yemen’e gittim. Mekke ve Medine’den sonra beni en çok etkileyen yer burası oldu. Lalibela 2 bin 630 metre yükseklikte bir düzlük. Etrafı yüksek dağlarla çevrili.
İşte burada milattan sonra 1137’de başlayıp, 1270’e kadar süren bu hanedan yüzlerce kaya kilise inşa etti.

KARŞIMDA BİR METEORUN AÇTIĞI KRATER DURUYOR


Otele yerleşir yerleşmez fırladık. Yıllardır kayaların içindeki o haç şeklindeki kiliseyi merak ediyorum.
Bet Giyorgis ya da İstanbul Ortodoks diliyle Aya Yorgos Kilisesi. UNESCO tarafından koruma altına alınmış olan kaya kiliseler bölgesine, bir müze kapısından giriyoruz. O andan itibaren sanki dünyada değiliz. İlahi bir elin dizayn ettiği bir inanç âlemi burası.
Rehberimiz Bem kiliselerin nasıl inşa edildiğini anlattıkça, içimdeki şüphe sorusu büyüyor. Buralarını gerçekten insan zekâsı ve eli mi inşa etti. Büyük bir kraterin kenarındayız. Sanki dev bir uzay taşının açtığı delik gibi. Ortasında dev bir kilise duruyor. Gerçekten bir uzay vakasının karşısındayız sanki.

Haberin Devamı

İlahi el 133 yılı sildi


İNSAN ZEKÂSI VE ELİ BU BİNALARI YAPABİLİR Mİ


Kiliseler inşa edilirken, önce dağın içi oyuluyormuş. Ortada dev bir taş blok bırakılıyor.
Sonra taş işçileri, ortadaki taşın kenarına bir pencere açıyor ve oradan içeri doğru oymaya başlıyormuş. Böylece en üst kattaki ilk oda ortaya çıkıyormuş. Sonra yan odalara geçiyorlar.
O kat bitince, bu defa aşağı doğru bir alt kata iniliyor.
Böylece dev bir taş yukarıdan aşağı doğru oyularak kilise inşa ediliyor. Böyle sadece zemininden yere bağlı kiliselere “monolitik” deniyor. Peki buraları kim, hangi teknolojiyle inşa ediyor.
Sadece keski ve çekiçle.
Orada iki saate yakın kalıyorum. Hayretle izliyorum. Birbirine mağaralar, dar geçitler, kaya oyukları ile bağlı onlarca kilise. Daha önce Ortodoks dünyanın başka kiliselerini gezdim. Sümela’yı, Aynaroz manastırlarını gezdim, oralarda kaldım.
Ama hiçbirinde burada içine düştüğüm gizemi bulamadım.

Haberin Devamı


40 BİN İNSAN MI, UZAYDAN GELEN GÜÇ MÜ İNŞA ETTİ


Lalibela’da dolaştığım her yerde kendime hep aynı soruyu sordum.
Buraları gerçekten insan zekâsının ve elinin ürünü müdür...
Aklıma bir zamanların ünlü kitabı “Tanrıların Arabaları” geldi. Ne Mısır Piramitleri, ne Petra...Ne Kapadokya, ne Machu Picchu... Burada açıklanamayan bambaşka bir şey var. Bütün bunlar 133 yıla sığdı... Bu bölge ile ilgili çok kitap okudum, çok insanı dinledim. İnsan denilen varlık 13’ncü yüzyıl bilgi ve teknolojisiyle tabiatı nasıl böylesine işleyebildi. Eldeki bilgilere göre, 40 bine yakın insan çalışmış.
Ama Etiyopya’da çok sayıda insan, yeryüzüne inşa edilmiş bu ruhani bölgeye ilahi bir elin dokunduğuna inanıyor.
Düşünebiliyor musunuz, ortada yüzlerce kilise var ve bunlar inanılmaz ölçüde iyi korunmuş. Büyük çoğunluğu hâlâ ibadete açık.
Etiyopya, 1137 yılında Lasa Dağı’nın eteklerinde Adafa adlı yeni bir başkente kavuştu.
Bu başkentle birlikte Etiyopya tarihinin en gizemli dönemi başladı. Zagwe Hanedanı denilen bu dönem, 1270 yılına kadar sürdü.
Size anlattığım bu kiliselerin neredeyse tamamı bu dönemde inşa edildi. Kiliseler hâlâ ayakta ama hiç kimsenin açıklayamadığı bir şey var.

Haberin Devamı


NE BİLGİ, NE BİR HATIRA, NE BİR YAZI


Bu kiliselerin ne duvarlarında, ne gizli bölmelerinde bu döneme ait tek kelime bilgi yok. Papirüs ve keçi derisi üzerine yazıları Mısır’la birlikte ilk kullanan halklardan biri olan Etiyopya’da, nedense bir Allah’ın kulu bu kiliselerin nasıl inşa edildiğine dair tek kelime yazılı eser bırakmamış. Krallar sikke bastırmamış. Hiçbir seyyah bu dönemi anlatan tek satır yazmamış. Hanedana ait tek kelime kayıt yok.
Öyleyse ne oldu bu 133 yıl boyunca. O kiliseler nasıl inşa edildi.
İlahi bir el, uzaydan gelen göktaşlarının açtığı kraterlere benzeyen bu çukurlara, dünyanın en esrarengiz ibadethanelerini yapmıştı.
Orada, bir kaya kilisesinin, uçuruma açılan balkonunda oturup düşünüyorum. Aklıma Göbeklitepe’deki dikili taşlar geliyor.
Kimse bana 40 tonluk o taşların oraya nasıl dikildiğini izah edememişti. İnanç hâlâ açıklayamadığımız bir şey. Lalibela’dan küçük bir uçakla Aksum’a doğru havalanırken aşağıya bakıyorum.
Yukardan hiçbir şey görünmüyor. O 133 yılı insan tarihinden silen ilahi güç, sanki, tabiatın içine gömdüğü esrarını saklamak için elinden geleni yapmış.
Lalibela kiliselerinin duvarlarında gördüğüm Svastika haçı bize kutsal sandığın izini de gösteriyor.
Yarın Etiyopya imparatorluğunun kurulduğu Aksum’da olacağız.
Kutsal sandığın saklandığı küçük şapelin kapısından bakıp, içerideki ayağı urganlı adamın sırrını çözmeye çalışacağız.
Yani Tanrı’nın hizmetkârının sırrını...

Haberin Devamı

Indiana Jones gibi

-BİRÇOK kilisenin duvarında gamalı haç diye bildiğimiz desene rastlıyoruz. Aslında bir Svastika haçı. Hint geleneğinden buraya geçmiş. Böylece Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık nehirlerine Hindu nehirleri de katılıyor. Indiana Jones filmi geliyor aklıma.
Orada Hitler’in adamları da kutsal sandığın peşine düşmüştü. Bu senaryonun ortaya çıkmasında her halde Lalibela kiliselerinin duvarındaki bu Svastika haçının da etkisi olmalı. Beni hayrette bırakan ikinci şey ise, kiliselerin neredeyse tamamının hâlâ ibadete açık olması. Ortodoksların oruç döneminde gittiğimiz için bütün kiliselerde sürekli ayin vardı. İnsan Afrika ve Arap giysileri içinde Hıristiyan ayin yapan insanları görünce şaşırıyor. Etraftaki bütün görüntü sanki Müslüman, ama ayin Hıristiyan.

10 bin mumya

-GÜÇLÜ arabamız ancak bir macera filminde görülebilecek yollarda 42 kilometre tırmanıyor. Bir noktaya gelince rehberimiz Bem, “Artık yürüyeceğiz” diyor. Bir eşini Butan’da gördüğüm zorlu bir tırmanışa başlıyoruz. Daracık bir patika, küçük tabii taş basamaklar, zaman zaman daracık köprülerden geçiyoruz ve 3 bin metre yükseklikteki Yımrahane Kristos’a geliyoruz.
Burası dev bir mağaranın içine inşa edilmiş taştan bir manastır. İçeride elektrik yok. Kapıdaki papaz elimize ağaç dalından yapılmış küçük meşaleler verip yakıyor. Karanlık kilisenin içi aydınlandıkça duvarlardaki freskoları görüyoruz. Duvarlarda bir kültür hazinesi yatıyor. Sonra kiliseden çıkıp, mağaranın dibine doğru yürüyoruz. Önümüze kargacık burgacık bir tel örgü çıkıyor.
Bem içeriden aldığı küçük meşaleyi veriyor. Onu karanlığa uzattığım an, dehşetle geri çekiliyorum. Meşalenin aydınlattığı mesafede yan yana onlarca mumya bana hayret dolu ifadelerle bakıyor. Işığı geriye doğru uzatıyorum. Önümde 10 bin mumya yatıyor.
Karşımda 10 bin mumyadan oluşan bir holokost mezarlığı uzanıyor sanki. Tamam diyorum. Artık tam anlamıyla bir Indiana Jones filmindeyim. Biraz sonra Bem hikâyeye başlıyor. Kimine göre aylarca süren bir yolculuktan sonra buraya hacca gelen müminlerden ölenler mumyalanıp oraya konuyormuş. Kimine göre ise bu mumyalar, bölgede gördüğümüz kiliseleri inşa etmek için ta Kudüs’ten gelen işçilere ait.
Tarihin kronolojisini sildiği bu bölgede hiçbir şeyin tek izahı yok. Mumyalardan en öndekinin yüzünde hâlâ asılı kalan ifadeyi hayatım boyunca unutamayacağım. Edvard Munch’un “Çığlık” tablosundaki o insanın yüz ifadesinin aynısıydı. Çığlık...
Bazen bir hayretin... Bazen bir ıstırabın... Bazen de bilinmezliğin natürmortu... Lalibela’nın silinmiş 133 yılı sanki mumyanın yüzündeki ifadeye dönüşmüştü.


Yarın:

AYAĞI URGANLI ADAMIN ESRARI


-Meryem Ana Kilisesi’nin içindeki sandıkta neler var.
-Kral, Portekizli komutana sandıkta gördükleri hakkında ne dedi.
-Ahit sandığı yeni yapılan şapele nasıl taşınacak.
-MOSSAD Etiyopyalı Yahudileri kaçırırken kutsal sandığı da götürdü mü.

Yazarın Tüm Yazıları