Paylaş
Şimdiki Cumhurbaşkanı, eski Cumhurbaşkanı, onların birlikte çalıştığı insanlar, siyasi parti yöneticileri, milletvekilleri, gazete ve televizyonların genel yayın müdürleri, yöneticileri, en büyük şirketlerin CEO’ları onun müşterisi.
Adnan, her akşam, Berlin’in nabzının attığı yer.
* * *
Direkt söze giriyor.
“Ertuğrul Bey, Kars’taki heykelin yıkılması burada çok kötü etki yarattı. Ciddi gazetelerde çok ağır yazılar çıkıyor. Konuşulanlar, işittiklerim yazılanlardan da ağır” diye söze başlıyor.
Çok ilginç bir teklifi var.
“Ben Mehmet Aksoy’a ulaşmaya çalışıyorum ama ulaşamadım. Ona bir teklif yapmak istiyorum. Ben bu heykele talibim.”
“Çok büyük bir heykel, ne yapacaksın” diyorum.
“Berlin’e getirteceğim ve burada bir yere diktireceğim.”
Bir an duraklıyorum.
Gözümün önüne, TIR’larla taşınan dev bir heykel geliyor.
Herhalde 21’inci yüzyılın en büyük kültür “Exodus”ü olurdu.
Eminim üzerine belgesel filmler yapılırdı. Dünya basını bu yolculuğu adım adım izlerdi.
Adnan kapattıktan sonra Mehmet Aksoy’u arıyorum.
Kars’tan dönmüş.
Daha ben konuşmadan içini dökmeye başlıyor.
“Konsantrasyonum bozuldu. Heykel yapamıyorum. Sanat eserinin kaderi bir insanın iki dudağının arasına esir olabilir mi” diyor.
Devam ediyor:
“Orada yıkılan sadece bir heykel değil. Bir hayal yıkılıyor. Barış hayali.”
Nefes almak için durunca araya girip, Adnan’ın teklifini iletiyorum.
Bir an duruyor.
“Dünyada ne olağanüstü insanlar var” diyor.
Sonra devam ediyor.
“Türkiye’den de çok teklif var. Ama o heykelin Kars’ta kalması lazım. Cumhurbaşkanı’ndan rica ettim. Hiç olmazsa mahkemeyi beklesinler. Ama beklemiyorlar. Bir üst mahkemeye götürürüz diye davayı da başlatmıyorlar.”
* * *
Heykel yapmaya devam edecekmiş: “İnadına devam edeceğim. Başka bir şey daha yapacağım. Mısır’da Tahrir Meydanı için bir heykel yarışması açıldı. İnadına o yarışmaya gireceğim” diyor.
Telefonu kapattıktan sonra düşünüyorum.
Kars’taki heykeli Berlin’e götürmek sembolik açıdan çok önemli bir şey ama iyi düşünmek lazım.
Berlin, Talat Paşa’nın Ermeniler tarafından öldürüldüğü şehir.
Acaba bu heykel orada başka bir anlama bürünebilir mi?
Yani “Türklerle Ermeniler arasındaki kardeşliği” simgelemekten çok, bir Ermeni anıtına dönüşebilir mi?
Peki, ya Mehmet Aksoy, Tahrir Meydanı için açılan yarışmayı kazanır ve o meydana onun yaptığı bir heykeli dikilirse ne olur?
Acaba orası, Mısır için demokrasi, Türkiye için utanç anıtı haline dönüşebilir mi?
Kıssadan hisse:
Gerçek bir sanatçının heykelini yıkmak kolay, ama o enkazın altından çıkabilmek o kadar kolay değildir.
Mısırlılar enkazın altına eğilip, “Orada kimse var mı” diye seslendiğinde, hiçbir Türk utancından, “Buradayız” diyemez.
Heykelin altında kaybolur gideriz...
BU ÖFKENİN ÜZERİNE DEMOKRASİ İNŞA EDİLİR Mİ
ALLAH aşkına şu trajediye, şu ruhsuzluğa bakın.
Cumhurbaşkanı’nın eşi Hayrünnisa Gül, sokak ortasında bıçaklanan büyük bir sanatçıyı hastanede ziyarete gitmiş.
Gazete ilk gün haberi atlamış veya görmezden gelmiş.
İkinci gün karar verememiş.
Üçüncü gün karar vermiş ve haberin başlığını atıyor:
“Baykam için değil, başka bir şey için gitmiş”.
Bir sevinç, bir rahatlama...
Demek istiyor ki, “Siz boşuna sevinmeyin, biz de boşuna hayıflanmayalım. Gül, kendi işi için gitmiş, gitmişken ona da uğramış”.
Ya arkadaş ne fark eder?
Gitmiş ya? Ortaçağ karanlığında kalmış bir devletin sessizliğini bozmuş, ülkenin sadece sanat ve sanatçı düşmanlarından ibaret olmadığını küçük bir jestle kayda geçirmiş, eşinin bütün Türklerin Cumhurbaşkanı olduğunu göstermiş.
Söyle Allah aşkına fena mı olmuş?
Yani “Sırf onun için gitmeye değmez” mi diyorsun?
“O bizden değil, ziyareti vacip değildir” mi?
Söyleyin bu kin ve nefret duygusu üzerine, bu bitip tükenmek, tatmin olmak bilmeyen rövanş ihtirasının üzerine demokrasi kurulabilir mi...
Paylaş