İçimdeki erkeği çiğnediğim gün

BİR erkeğin kendini küçültme, yerden yere vurma, kendinden vazgeçirme hakkı yok mudur?

Şövalyelik duygusunu ayaklar altına alma imtiyazı...

Yok mudur?

Ben "yoktur" diye düşünüyordum.

Varmış.

* * *

Tansu, "Bayramda beni al, uzaklara, çok uzaklara götür" dedi.

Çok uzaklarda bir yerlerde, güneşin bol olduğu bir coğrafyada çok güzel bir dünyada yer ayırttım.

Hayatım boyunca turizm afişlerinde gördüğüm bir yer.

Hindistancevizi ağaçları altında uzanan kumsallar, masmavi deniz, meyve kokteylleri....

Hani o müthiş soygun filmlerindeki gibi.

Kimsenin aklına gelmeyecek yöntemlerle bankaları, müzeleri soyduktan sonra, parayı yemek için gidilen o hayal sayfiyelerinden biri.

Noel tatili olduğu için zar zor yer buldum.

Çok güç de olsa uçakları ayarladım.

Bir haftalık gezinin parasını yatırdım.

Her şey hazırdı.

Gideceğimiz yerin internetteki bütün fotoğraflarını saatlerce inceledim.

Her şey hazırdı...

* * *

Sonra önceki pazar günü tatsız bir olay oldu ve Tansu, "Ben maalesef gelemeyeceğim" dedi.

Öyle kapris falan değil, gerçekten gelmesine engel bir gerekçesi vardı.

Yani durum şöyleydi.

Aslında ben onu tatile götürmek istiyordum ama o elinde olmayan bir nedenle gelemiyordu.

Turizm şirketini arayıp, rezervasyonu ileri bir tarihe aktarmak istedim.

Oradan, "Gitmezseniz paranız yanar" cevabı geldi.

Noel zamanı olduğu için böyle davrandıklarını söylediler.

Oysa anlamaları gereken bir gerekçemiz vardı.

* * *

Tansu, "Çok yorgunsun, sen git dinlen" dedi.

Doğru, birkaç gün tatile ihtiyacım vardı.

Ama benim asıl amacım onu tatile götürmekti.

İşte o andan itibaren içimde müthiş bir savaş başladı.

Para umurumda değildi.

Bugüne kadar "ne gemiler yaktım" da, bir kaparoyu mu yakamayacaktım.

Sonra kendi kendime yarattığım o şövalye ne olacaktı?

Hayatım boyunca bana ne demişti?

Kadın "Gel" dedi mi gelinir.

"Git" dedi mi gidilmez, kal dedi mi mutlaka kalınır.

* * *

Tansu "Git" diyordu, "Mutlaka git. Tatile ihtiyacın var."

Ah içimdeki o şüphe...

Dışından "Git" diyordu da, içinden "Keşke gitmese" mi?

Sanki öyle diyordu.

Yok, hayır samimi olarak git diyordu.

Belki de ben öyle desin istiyordum.

İşte bu iç savaşı yaşarken bu defa patronum Aydın Bey devreye girdi.

"Ne işin var 60 yaşında bir adam tek başına oralarda..."

Aklımı hangisine taksam?

"60 yaşında oluşuma" mı, "Tek başıma gidişime" mi, "Ne işin var"a mı?

Yoksa "oralara" mı...

Yani hindistancevizlerinin altına...

* * *

Netice...

Netice, siz bu yazıyı okuduğunuzda ben uzaklarda, çok uzaklarda olacağım.

Yanımda bir iPod.

En sevdiğim şarkılar, acayip kitaplar.

Mesela 40 yıl sonra yine okuyacağım Camus’nün "Yabancı"sı.

Ya içimdeki şövalye? Kadını kal bile demeden kalan, git deyince asla gitmeyen, gel deyince anında gelen o erkek?

Ya o kendi yarattığım şövalye, o ne olacaktı?

Üç beş günlük tatil uğruna aşağılık bir herife mi dönüşecekti?

Maalesef öyle.

Deyin ki, 52’lik destede bir tek joker...

İçimde yıllardır beslediğim şövalyeyi bile ayaklarımın altına alacağım birkaç günlük teneffüs.

Ne gemiler yaktım kimse duymadı.

Bu defa kaparoyu yakmayacağım, herkes duysun, tarzında bir şey.

Sırt çantamda bütün suçluluk duygularım, bana yakışmayan bir sürü nevale...

Gidiyorum.

Tek başıma, 60 yaşımda, oralarda, buralarda.

Tansu git dediği halde gidiyorum...

Hepinize iyi bayramlar.

(*) Çok önemli not: Her erkeğin böyle masum bir yalnızlık kontenjanı olduğuna inanıyorum. Hálá kararsızsanız ve kendinize bir suç ortağı arıyorsanız, Eagles’ın "Long Road Out of Eden" adlı yeni CD’sindeki "No more cloudy days" şarkısını tavsiye ederim. Hele hele 60 yaşındaysanız, içinizde hálá biraz "Route 66" kalmışsa, dünyanın bir yerlerinde hiçbir zaman gidemediğiniz bir Hotel California varsa... Dinleyin. Kendinizi dinlemiş olacaksınız.
Yazarın Tüm Yazıları