DÜN öğle saatlerinde Atina'nın bizim "Perşembe Pazarı"na benzeyen semtindeydim.
Burası Atina'nın en kozmopolit yerlerinden biri.
Bazı yerlerine Anadolu'dan göç etmiş Rumlar, bazılarına ise Arnavut göçmenler hákimmiş.
Gerek mekánsal, gerek insani görüntüsüyle bizim pazarlardan hiç farkı yok.
Ama ben, o hengame içinde bir dükkána takılıyorum.
* * *
Burası bir "pet shop".
Yani ev hayvanlarının satıldığı bir dükkán.
Dükkánın ön kısmı ve önündeki tezgáhları rengárenk kuşlarla dolu.
En ön sırayı papağanlara vermişler.
Arka sırada muhabbet kuşları var.
Oturup uzun süre onları seyrediyorum.
Aylak gözlemci olarak merak ettiğim tek şey şu:
Kuş gribi günlerinde acaba Yunanlılar, bu egzotik kuşlara nasıl bakıyorlar?
* * *
İlk gözlemimi aktarayım.
Kuş gribi virüsü, bu sokaktaki insanların beyinlerine sirayet etmemiş.
Önümden geçen kimse, bu güzel kuşlardan ilgisini esirgemiyor.
En küçük tereddüt bile yok.
Ellerini kafesten içeri sokup, kırmızının ve sarının en canlı renklerini taşıyan bu muhteşem kuşlara dokunuyor.
Papağanlar aşağı doğru kıvrık gagalarıyla kendilerine uzanan parmaklara dokunuyor.
Sevgi, incecik bir elektrik titreşimi halinde insandan kuşa, kuştan insana geçiyor.
Atina'nın Perşembe Pazarı, kuş gribine meydan okuyor.
İnsanlar kuşları öldürmüyor, tam aksine parmaklarının ucunda bir sevgi objesi haline dönüştürüyor.
* * *
Bir sandalye çekip bu muhteşem tablonun yan tarafına oturuyorum.
Her iki dakikada bir önümden insanlık dersleri geçiyor.
Bilinçli bir Avrupalı, "Ne kadar bilinçsiz insanlar" diyebilir.
Kuş gribi kábusunda, papağanları Elm Sokağı'nın Freddy'sine çevirmeyi reddeden bu insanlara bilinçsiz demek, asla kabul edemeyeceğim bir etiket.
Onlar tam aksine bilinçli.
Bir kere daha anlıyorum ki, insanlık bilinci, homo sapiens'in ortopedik devriminden çok daha önemli bir milat.
İşte orada başka şeyleri daha düşünmeye başlıyorum.
Bu çağın gerçek sari hastalığı nedir?
İnsandan insana bulaşan asıl virüs nedir?
* * *
Acaba asıl tehlikeli virüs, bizlere bir şeylerin bulaşacağı korkusu mu?
Bu yüzyılda hayatımızı berbat eden asıl bulaşıcı mikrop, muhayyel bir korku mu?
Mesela, AIDS...
1990'ların başından bu yana neredeyse 15 yıldır, hayatımızın en sarsıcı hazzını, cinselliğimizi öldüren şey nedir?
AIDS virüsü mü, yoksa onun yarattığı bulaşma korkusu mu?
* * *
"Hijyenik seks..."
Ne hazin bir çift söz.
Ne öldürücü bir gerçek.
50 yılı geçkin hayatım boyunca, haz denen duyguya bu kadar öldürücü güçle saldıran bir virüs görmedim.
Korku, 15-20 yıldır, virüsün kendisinden daha öldürücü bir etki yaptı zevk álemimizde.
Virüs gövdemizi yok etmeyi başaramadı; ama korkusu bizi biz yapan birçok şeye bulaştı.
Hem de tedavisi mümkün olmayan bir biçimde bulaştı.
AIDS'ten yakınlarımızı, tanıdıklarımızı değil, kendimizi kaybettik.
Korku bizi, açıkta kalan tek zayıf yerimizden vurdu.
Öldürücü bir darbe aldık.
* * *
İşte orada, bu Perşembe Pazarı'nda kendi kendime düşündüm.
Rengárenk papağanlara parmaklarının uçlarını uzatan bu insanları, asırlardır gövdelerini hayatın en güçlü hazzıyla birbirine yapıştıran insanlardan daha cesur kılan duygu ne olabilirdi?
Kuş gribinin insandan insana bulaşmadığına olan güçlü iman mı?
Yoksa cinsel hazlarımızı müdafaa hatlarındaki zaaf mı?
Yani hayat bağlarımızdaki bir gevşeme mi?..
Cevabını veremedim.
Birden hissettim ki, bizim bölgemize bahar geliyordu.