Paylaş
Siz bakmayın bu toz dumana. Türkiye'de heyecan verici, umut verici işler de yapılıyor. Ankara siyaseti ‘‘Beyaz enerji krizi’’ ile çalkalanırken, Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli dün İstanbul'da biyoteknoloji konusunda Türkiye'yi geleceğe hazırlayacak bir araştırmanın sunum toplantısına katılıyordu.
İKİ ÖĞRETİM ÜYESİ
TÜSİAD, Sabancı Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Hüveyda Başağa ve Doç. Dilek Çetindamar'a Türkiye'nin gen teknolojilerine hazırlanması konusunda bir rapor hazırlatmış.
Sonuç şu: Türkiye gen teknolojisinde çok geri.
‘‘Geri kalsa ne olur’’ demeyin.
Bu hepimizi yakından ilgilendiriyor.
Bir örnek.
‘‘Türkler etnik olarak homojen değil, heterojen (benzer cinste olmayan) bir yapıya sahip. Bu nedenle aile bazında genetik hastalıkların tanımlanması, buna uygun tedavi yöntemlerinin geliştirilmesi bakımından gen teknolojisi çok önem taşıyor.’’
Araştırma raporundan çok ilginç şeyler öğreniyorum.
İnsan, gen teknolojilerini çok eskiden keşfetmiş.
Mesela şarap, bira, ekmek, peynir ve yoğurt yapımı tamamen gen teknolojisine dayanıyormuş. Birinci Dünya Savaşı'nda patlayıcılarda kullanılan aseton yapımında da bilmeden gen teknolojisi kullanılmış.
1950'li yıllara kadar sadece Huntington ve Akdeniz Anemisi hastalıklarının genetik olduğuna inanılıyormuş.
Şimdi genetik temelli hastalık tanımı değişmiş.
Artık ‘‘kalıtımsallığı yüzde 100'den az olan, birden çok gene bağlı hastalıklar’’ da genetik hastalık olarak görülmeye başlamış.
MISIRIN ÖYKÜSÜ
Kalp ve dolaşım bozuklukları, bazı kanser türleri ve şeker hastalığı bu türe örnek gösteriliyor.
Tabii gen teknolojisi sadece tıp alanında kullanılmıyor.
Tarımsal üretimde de çok etkili.
Raporda ilginç bir istatistik var. Dünyada yılda 560 milyon ton mısır üretiliyormuş. Ancak bunun 40 milyon tonu pazara ulaşamıyormuş.
Çünkü ‘‘Avrupa Mısır Haşeresi’’ denilen bir zararlı, ürünün yüzde 7'sini mahvediyormuş.
Bu zararlıyla ancak gen teknolojisi sayesinde baş edilebilmiş. Bu da şöyle sağlanmış.
151 MİLYAR DOLAR
Toksik etki gösteren BT proteinini kodlayan BT geni, uzun yıllardır haşere ilacı olarak kullanılan ‘‘Bacillius thuringiensis’’ (Bt) adlı bakteriden mısır bitkisine aktarılmış.
Böylece mısır bitkisi, BT proteinini kendi bünyesinde üretip haşereye karşı kendini koruyabilir duruma getirilmiş.
Dünya biyoteknoloji pazarına gelince...
Sadece BT şirketleri ve onların yarattığı ekonomik büyüklük bugün için 63 milyar dolar civarında.
Ama dikkat. Bu rakama BT teknolojilerinin kullanıldığı öteki sektörler dahil değil.
Bu pazarın 2008 yılında 151 milyar dolara ulaşması bekleniyor.
Bu büyüme ne anlama geliyor?
Kıyaslama için iki rakam vereyim.
Dünya ekonomisi 1990-97 arasında yılda ortalama yüzde 2 hızla büyüdü.
Aynı süre içinde biyoteknoloji pazarının büyüme hızı ise yılda yüzde 32'ydi.
Türkiye’de daha şimdiden bioteknoloji kullanan iki şirket varmış. Bunların biri Fako ilaç fabrikası, öteki ise Pakmaya.
Ankara bir türlü siyaset spiralinin dışına çıkamazken, Türkiye'de bazı çevreler ‘‘gelecek yönetimine’’ talipler.
TÜSİAD bu raporu hazırlatıyor.
Benim bildiğim bir genç işadamı çevresi bir süredir biyoteknoloji konusunda fikir jimnastiği toplantıları düzenliyor.
ABD borsalarındaki biyoteknoloji şirketlerini izleyip, parasını o şirketlerde değerlendiren genç yatırımcılar var.
TÜSİAD'ın dünkü toplantısını ben de izledim.
Toplantıyı izlerken ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz'ın geçen pazartesi günü yaptığı basın toplantısında söylediği bir kavramı hatırladım.
GELECEĞİ YÖNETMEK
Yılmaz, ‘‘geleceği yönetmek’’ kavramından söz ediyordu.
Asker üzerinden siyaset yapma gibi basit bir strateji ile kendini yorma yerine keşke, kendi ortaya attığı bu kavram üzerinde çalışsaydı diye düşündüm.
Birincisinin Türkiye'ye olumlu hiçbir katkısı yok, ikincisinin ise var.
Aradaki fark bu...
Paylaş