BİR ülkede, “güç” denen şeyin en cismanileştiği aletlerden biri varsa, o adam işte buna sahipti.
Herkesin “en özel hayatını”, şöhretli her insanın “en mahrem anlarını” biliyordu.
Her insanın mutlaka bir zaafı vardır. Mutlaka saklayacak bir şeylere sahiptir.
O adam bunların hepsini de biliyordu.
O adam, seçilmiş başkanlardan, en güçlülerden bile güçlüydü.
Çünkü o adam, tam 48 yıl, yani yarım asır boyunca, Amerika Birleşik Devletleri’nde bütün şöhretli insanları, siyasetçileri, aktörleri, işadamlarını dinledi.
Onların telefon konuşmalarını dinledi, kayda aldı, sakladı...
Bir yandan onların hizmetinde çalışırken, öte yandan onların özel hayatlarına bile girip arşivliyordu.
Onun adı J. Edgar Hoover’dı.
Amerika’nın iç istihbarat birimi olan FBI’ın bir anlamda kurucusu ve bütün kanunlarını yazan adamdı.
1924 ile 1972 yılları arasında, tam 48 yıl, Amerikan istihbaratının efsanevi patronuydu.
* * *
Şimdi bütün Amerika onun hakkında yapılan, “J. Edgar” filmini seyrediyor.
Filmin yönetmeni Clint Eastwood.
Filmde Edgar Hoover rolünü Leonardo di Caprio oynuyor.
Aslında Hollywood için küçük bütçeli bir film. 35 milyon dolara mal olmuş.
Sadece Leonardo di Caprio’nun filmlerde aldığı para 20 milyon dolar olduğuna göre, bu film bu bütçeyle nasıl gerçekleştirildi diye sorarsanız, cevabı basit.
Di Caprio, filmden sadece 2 milyon dolar almış. Çünkü bu film sayesinde Oscar’a aday gösterileceği kesin.
* * *
Ben bilmiyordum, bu film dolayısıyla çıkan yazılardan öğrendim.
Hoover, gay’miş.
Hollywood Reporter dergisinde çıkan yazıda, gay olduğu ile ilgili iddiaların yanına parantez açıp “muhtemelen” diye yazma ihtiyacı duymuşlar.
Böyle yazmışlar ama, filme, partneri olduğu söylenen bir erkekle yaptığı bilek güreşinden sonra, dudak dudağa öpüşme sahnesi eklemeyi de unutmamışlar. (Filmi henüz seyretmedim, yazılanlardan anlatıyorum.)
Ayrıca bir başka sahnede de annesinin elbiselerini giymiş halde görünüyormuş.
Senaryoyu, Amerika’da gay hareketinin ilk aktivistlerinden biri sayılan Harvey Milk’in hayatını anlatan filmin senaristi Dustin Lance Black yazmış. O da gay.
* * *
Filmin senaristi Black, senaryoyu yazarken en büyük endişesi, “Clint Eastwood gibi maço kültürden gelen bir yönetmenin” bu sahneleri nasıl karşılayacağıydı. Hiçbir şeye itiraz etmemiş. Sadece, pahalıya mal olacağı için kalabalık bir sahneyi iptal etmiş, o kadar.
Böyle bir senaryo, 39 günlük çekim ve onun hakkında bunca kitap ve görüşmeden sonra Clint Eastwood’un, herkesin özel hayatına giren bu adam hakkındaki düşünceleri nedir?
“İlginç bir kişilik. Benim büyüdüğüm dönemde o, en zirvedeki polisti. Hakkında birçok hikâye dinledik. İnsan bir görevde bu kadar uzun süre kalınca, ister istemez hakkında çok çelişkili düşünceler oluşuyor.”
* * *
Edgar Hoover, başkanların bile mahremiyetini paramparça eden adamdı. Ama o dönemin mafya çetelerini çökerten insan da oydu.
Demek ki, en kötü diye bildiğimiz insanların bile karmaşık bir kişilikleri, bilemediğimiz arka odaları varmış.
Bugün gencecik insanların, başka insanlar hakkındaki acımasız, gaddar duygularını, onlar hakkındaki klişeleşmiş, basmakalıp yargılarını görünce, Clint Eastwood gözümde büyüyor.
Ve kendi kendime şunu soruyorum.
Bir insanın, öteki insanlara daha adil bakabilmesi için ille de belli yaşlara mı gelmesi lazım?
Son zamanlarda, bazı gencecik köşe yazarlarının, üç beş satırda bir insanı nasıl paramparça ettiğini, sırtlanların önüne attığını seyrettikçe içimdeki hüzün büyüyor.
Umarım Allah onlara uzun bir ömür verir ve bir gün Clint Eastwood’un Edgar Hoover’ı anlamak için gösterdiği gayreti, onlar da paramparça ettikleri, sürgünlere, cezaevlerine gönderdikleri insanlar için de hissedebilirler.