ÖNCEKİ gün Hürriyet’in Bursa ilavesini okurken bir habere takılıp kaldım. Her okurun bilebileceği bir duygudur bu.
Bazen bir haber, haberin içinde bir cümle içinizde bir şeyleri tetikler. O cümle, o fotoğraf aklınızda kalır.
Bu defaki iki küçük kelimeydi:
‘Gören eller...’
* * *
Bu iki kelimeyi, yıllar, çok yıllar önce yine işitmiştim.
Fransa’da öğrenciyken bir televizyon programında rastlamıştım.
Ama size önce, bu yeni haberi anlatayım.
Yalova Valiliği bundan bir süre önce İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve Halk Eğitim Merkezi’nin işbirliği ile bir kurs açmış.
Kursun öğrencileri, gözleri görmeyen genç insanlar.
Kursta bu görme engelli gençlere masaj yapma teknikleri öğretilmiş.
Ama asıl haber bundan sonra geliyordu.
Yalova’ya bağlı Termal İlçesi’nin Gökçedere Köyü’nde bu kurstan mezun olan gençler için bir masaj salonu açılmış.
Böylece termale tedavi için gelen hastalara masaj yapacaklarmış.
Bu salona ‘Gören Eller’ adı verilmiş.
Haberin üzerinde bir de fotoğraf var.
Salonda dokuz görme engelli genç çalışacakmış.
Bunların dördü genç kız.
İkisinin başı örtülü, ikisininki ise açık.
Son günlerde beni en çok etkileyen haber bu oldu.
Bazen kendi kendime sorarım.
Acaba bir gün görme duygumu kaybetsem ne hissederim?
Gözlerimi kapar, kendimi onların yerine koymaya çalışırım.
Ama olmaz.
Çünkü biraz sonra gözlerimi yeniden açacağımı bilirim.
O duyguyu anlamak için, insanın gözlerinden umudunu tamamen kesmesi gerekir diye düşünürüm.
Bundan beş altı yıl kadar önce, televizyonlarda bir kampanya filmi yayınlanmıştı.
Görme engellilere yardım için hazırlanan filmin oyuncularının hepsi ámáydı.
* * *
Film şu cümleyle başlıyordu:
‘Bu filmin oyuncuları, oynadıkları filmi asla seyredemeyecekler.’
Çok başarılı bir kampanyaydı.
Ben de bunun üzerine bir yazı yazmıştım.
Telefon yoluyla oldukça büyük sayılacak bir para toplanmış, bu para ile Ankara’da Breuille alfabesiyle kitap basan bir matbaa ve görme özürlüler için bir kültür evi yapılmıştı.
Bakırköy Belediyesi, telefon santralında görme özürlüleri çalıştırıyordu.
Görme özürlülere çalışma, hayata katılma imkánı sağlayan her girişimi gönülden destekliyorum.
* * *
Hürriyet Bursa’da okuduğum haber ve ‘Gören eller’ cümlesi beni yıllar öncesine götürdü demiştim.
Paris’te bir akşam televizyonda bir program seyretmiştim.
Görme özürlü bir gencin hayatını anlatan bir belgeseldi.
Günlük hayatı, zevkleri, davranışları, yaşadıkları anlatılıyordu.
Genç delikanlı, hep ellerini anlatıyordu.
Dokunma duygusunun çok geliştiğini söylüyordu.
Programın sonuna doğru mülakatı yapan kişi şunu sordu:
‘Bugün bir seçme imkánınız olsa, hangisini seçerdiniz? Gözlerinizi mi, yoksa ellerinizi mi?’
Gözleri görmeyen genç hiç tereddüt etmeden şunu söyledi:
‘Ellerimi...’
Bu benim için şaşırtıcı bir cevaptı.
Çünkü ben hep görme duygumun her şeyden önemli olduğunu düşünürdüm.
Ama o şöyle devam etti:
‘Artık bütün hayatımı ellerimin üzerine kurdum. Onlardan mahrum olarak yeni bir hayat kurmam çok zor.’
Haberde okuduğum ‘Gören eller’ ifadesi işte bu yüzden beni çok etkiledi.
Demek ki eller bir süre sonra göz haline geliyor.
Düşünüyorum da, acaba dokunma duygusu, gören insanlar için de aynı şey değil midir?
El deyince aklımıza daha çok, mekanik bir aygıt geliyor.
Yani tutmak, koparmak, kaldırmak, yazmak, yemek gibi eylemleri sağlayan bir organ diye düşünüyoruz.
Ama o ellerin bir de dokunma işlevi var. Okşama, hissetme, temas etme gibi çok güzel duyguların eşsiz aracı.
* * *
İşte o yüzden şunu soruyorum:
Bu duygunun iyice kuvvetlenmesi için insanın ille de gözlerinden vazgeçmesi mi gerekir?