Çünkü bugüne kadar savaşa girmemiş, girmeyi de hiç düşünmemiş.
* * *
Evet, siperdeki o iki gariban askerin fotoğrafını hayatım boyunca unutmayacağım.
Diktatörlerin korkak cellatlarının, çukurdan bozma siperlerde tek başına kendi kaderlerine terk ettiği bu gariban çocukları hiçbir zaman unutmayacağım.
Onlar bana hep kanlı diktatörlerin ablak suratlarını hatırlatacak.
Onların korkak muhafızlarını hatırlatacak.
Amerikan tankları geçerken ona el sallayan çöl garibanlarına bakıyorum.
Altlarındaki toprak, dünyanın en zengin petrol yatakları.
Çok değil, 25 kilometre ötedeki başka Araplar, lüks arabalarda dolaşır, klimalı evlerde oturup dünyanın her yerini gezerken, onlar hálá Ortaçağ'da kalmışlar.
Neden?
* * *
Onu sormaya bile cesaretleri yok.
Çünkü diktatörün kanlı eli hep enselerinde.
Oysa sorabilseler, cevabını alabilecekler.
Birisi çıkıp, ey gariban Arap!
Senin liderin bu ülkeyi son 25 yılda üç savaşa soktu.
Senin cebine, çocuğunun kursağına gidecek bütün parayı silahlara, kimyasallara, tanklara, füzelere ve savaşlara harcadı.
Senin iki neslinden beş altı yüz bin genç, yaşlı, kadın, erkek, çocuğu toprağa gömdü.
Şimdi yine senin gariban çocuğunu tek başına siperlerde bırakıp, Bağdat'ta saklanıyor.
Bir lider düşünün ki, bütün ülkesini Bağdat'tan ve aşiretinin merkezinden ibaret sayıyor.
Bütün zenginliği savaşa ve kendine gömmüş.
Şimdi hálá utanmadan ülkenin sınır boylarındaki genç insanlarından, o ölüm çukurlarında fedakárlık istiyor.
Bir diktatör için bile ne kadar pespaye ve süfli bir karakter.
* * *
Koskoca bir 25 yıl gitmiş.
İran'la savaşın başladığı gün doğan çocuklar bugün 25 yaşında ve hálá siperdeler.
Hem de tek başlarına.
Fişekliklerinde bir, bilemediniz iki şarjörlük mermi.
Ve ceplerinde birer beyaz çaput.
Teslim bayrağı...
Belki de işlerine yarayacak tek hayat cephanesi.
Tabii, kader, alın yazısı onlara bu bayrağın ucunu siperden çıkarabilecek kadar bir zaman tanımışsa...
O beyaz çaput, ecelden önce göndere çekilebilmişse...
İşte bu savaştan hepimize kalacak tek miras bu fotoğraf olacak.