Paylaş
1967 yılıydı... Yirmi yaşındaydım.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın ve Yayın Yüksekokulu öğrencisiydim.
İki arkadaşımla birlikte Güniz Sokak’ta bodrum katında bir evde oturuyorduk.
Solculuğun yeni başladığı yıllardı.
Beatles yıllarıydı... Rolling Stones, Hollies, Yardbirds yıllarıydı.
Modern Folk Üçlüsü, Fikret Kızılok yıllarıydı...
Brian Jones evinin havuzunda ölü bulunmamıştı.
Jimi Hendrix hayattaydı...“All Along the Watchtower” bile söylememişti daha...
Janis Joplin yaşıyordu... Jim Morrison ölmek için henüz Paris’e bile gitmemişti...
Öyle yıllardı işte...
* * *
Güniz Sokak’ı kesen Bülten Sokak’ta ise Orta Doğu Kız Öğrenci Yurdu vardı.
Henüz kampustaki yurt açılmamıştı.
Kar yağdığı gecelerde tahta merdivenleri alır birlikte kızak kayardık.
Akşamları hep birlikte, köşedeki Hamdi Restoran’a giderdik.
Oradan çıkıp bizim eve gelir, geç saatlere kadar otururduk.
Bir erkeğin kız arkadaşlarının da olmasının keyfini ve güzelliğini bütün duygularımızla yaşıyorduk.
Kız arkadaşının, bir erkek çocuğunun ille de sevgilisi olması gerekmediğini, sadece arkadaşı da olabileceğini keşfettiğimiz yıllardı.
* * *
Tansu ile o mahallede tanıştık. O eve geldi.
O evdeyken nişanlandık, o evden çıktık ve 42 yıldır evliyiz.
O evden birçok arkadaşlık çıktı, çok evlilik çıktı...
Ama it, uğursuz, namussuz, ahlaksız, hırsız çıkmadı.
O evden siyasetçi de çıktı, ama başkasının hayatına burnunu sokan siyasetçi çıkmadı.
* * *
Sevgililerimiz vardı, kız arkadaşlarımız vardı...
Ama ihbarcı komşumuz yoktu.
Güzel bir mahallemiz vardı...
Ama mahalle baskısı yoktu.
Ve evimizin 100 metre ilerisinde, yüzde 56 oy almış muhafazakâr bir başbakan oturuyordu...
Ama burnunu evimizin içine sokmuyordu.
50 metre ilerimizde ülkenin içişleri bakanı oturuyordu.
Ama ülkenin başbakanı burnunu evimize sokmadığı için, içişleri bakanı da zaptiyesini kapımıza dayamıyordu.
* * *
Oysa Başbakan Süleyman Demirel ve partisine karşıydık.
Hatta ifrit oluyorduk.
Yıl 1967’ydi.
1960 darbesinin üzerinden sadece 7 yıl geçmişti.
Menderes ve arkadaşlarının kanı henüz kurumamıştı.
Yani muhafazakâr bir siyasetçi için alınacak çok intikam, görülecek çok hesap, yakılacak çok can vardı...
Muhafazakâr Demirel, intikamını hiç olmazsa kendi mahallesindeki bu çocuklardan alabilirdi...
* * *
Hiçbir zaman kan davası gütmedi...
Ne ülkenin ne de mahallenin namusunu yüklenecek bir ‘Bekçi Murtaza’ya dönüşmedi.
Zaten sorsa, hangi ahlakın hesabını soracaktı ki?
Evli olduğu halde, bir de sevgilisi olan...
Sevgilisinin evine girerken, kapıdaki çocuklarla futbol oynayacak kadar âşık ve büyük bir erkek olan rahmetli Adnan Menderes’in mi intikamını, evinde kız arkadaşlarıyla oturan biz genç insanlardan alacaktı...
Kendi yaşayamamışlığının hıncını bizden mi çıkaracaktı...
* * *
Bu ülke, 60 yıllık çok partili hayatının 50 yılından fazlasında, muhafazakâr merkez sağ partiler ve siyasetçiler tarafından yönetildi.
Ama bu ülkenin hiçbir muhafazakâr siyasetçisi, namus bekçiliğine soyunmadı, ahlak zaptiyesi üniforması giymedi,
Hadi açıkça söyleyelim, halkının içine fitne sokmadı...
* * *
“Fitne”, sevdiğim bir kelime değildir...
Manasını merak ettiğim bir kelime hiç değildir...
Ama bugün o kelimenin manasını bana, bir nesle, hepimize çok iyi öğrettiler.
Aramıza sokarak, bıçak gibi ta şuramıza saplayarak, kanatarak öğrettiler.
* * *
Yazık...
Sadece Türkiye denen şu güzel mahalleyi harabeye çevirmediler...
Muhafazakârlık denilen kelimeyi de kirlettiler...
Hem de 21’inci yüzyılda...
NOT: Bir haftadır uzun bir yolculuktaydım. Hayatımda çok derin bir iz bırakan bu yolculuğu, çok çarpıcı fotoğrafları ile gelecek pazardan itibaren yazacağım. Ama bana bir hafta daha müsaade... Bu yazı dizisi çok iyi olsun istiyorum. Hafta içinde size küçük ipuçları da vereceğim. Bu bir hafta bana çok iyi geldi.
Ne yazık ki, hayatımda ilk defa ülkemden uzaklaşmanın bana çok iyi geldiği bir yolculuk oldu.
Paylaş