Farkında mısınız ‘cumhur’ lafı tedavülden kaldırıldı

Haberin Devamı

-Farkında mısınız: Cumhuriyet Bayramı her geçen gün biraz daha coşkuyla kutlanıyor.
-Farkında mısınız: Cumhuriyet Bayramı’nı kutlayan insanların yaşı her geçen yıl daha da gençleşiyor.
-Farkında mısınız: Her geçen yıl Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında çok daha fazla başı örtülü coşkulu kadın ve genç kız görüyoruz.
-Farkında mısınız: Bir halk, tarihinde ilk defa bir bayramına bütün kalbiyle sahip çıkıyor.
-Farkında mısınız: Cep telefonlarımıza düşen Cumhuriyet Bayramı kutlaması mesaj ve fotoğrafı, dini bayramları, kandil gecelerini yakaladı.
-Farkında mısınız: Dört yıl öncesine kadar “cumhur” lafını ağzından düşürmeyenler, artık o kelimeyi ağızlarına almıyorlar.
-Farkında mısınız: Cumhuriyet’in “cumhur”u, bayramına tutkuyla sahip çıktıkça, Cumhuriyet’le kan davası olan “cumhuristler”, her 29 Ekim’de sukutuhayale uğruyor...

Haberin Devamı

O CÜMLEYE ŞÖYLE DE BAKABİLİRİZ

BEN öteki muhalif seslerin çoğuyla aynı fikirde değilim.
Başbakan diyor ki:
“Ben diktatörsem sandıkta indirin.”
Evet, gerçek bir demokrat, bu lafa ifrit olur, yerden yere vurur.
Haklıdır da...
Tepkimi hemen vermedim.
Çünkü önümüzde Cumhuriyet’in 90’ıncı yılı vardı.
Bir de Marmaray’ın açılışı.
Her ikisini de aynı heyecanla yaşayalım istedim.
Kendi payıma yaşadım.

* * *

O cümleye gelince, şöyle düşünüyorum.
“Ben diktatörsem seçimde indirin...”
Bir siyasetçi, gücünün doruğundayken böyle bir cümleyi kullanmak ve duygusunu izah etmek zorunda hissediyorsa şu anlama gelir.
Demek ki Başbakan, kendisi hakkında bütün dünyada ve Türkiye’de yükselen “Diktatörleşiyor” sözlerinden rahatsızlık duymaya başlamış.
Bu iyi bir şey... En azından “Ben diktatör değilim” deme ihtiyacı duyuyor demektir.
Eğer gerçekten bu hissi doğru yorumluyorsam, o zaman Başbakan’a dönüp konuşabiliriz de demektir.
Mesela şunu diyebiliriz:
“Bu cümle doğru değil... Düpedüz yanlış...”
Cümlenin doğrusu şu:
“Ben yüzde 90 oy alıp gelsem bile demokrasi diktatörleşmeme izin vermez.”
Daha da doğrusu “vermemesi gerekir”.

* * *

Tartışmanın bu noktasına geldik mi, ikinci aşamaya da geçebiliriz.
Ne yazık ki bugün Türkiye’deki sistem buna izin veriyor.
Son günlerden birkaç örnek:
-Daha dün Maliyeciler, Mimarlar Odası’nın kapısına dayanmıştı.
Neden...
Çünkü oda, Başbakan’ı kızdıracak bazı şeyler yapmıştı.
-Bu ülkede 17 yaşında çocuklar sırf gösteri yapıyor diye 17 yıl hapisle yargılanıyor.
-Yargı, halkın yüzde 70’inin gözünde diplere düşmüş durumda.
-Polis vesayeti, askeri vesayetin pabucunu çoktan dama atmış vaziyette.
-Ağzını açan gazeteci kendini kapıda buluyor, patronunun kapısına Maliyeciler dayanıyor.

* * *

Ben Başbakan Erdoğan için hiçbir zaman “Diktatör” demedim.
Ama her şeyiyle onun iki dudağına, iki gözüne bakan, “Vur deyince öldüren” otoriter bir devletin şekillendiği de ortada...
Başbakan demokrasi denilen sistemi, sadece “bir zümreyi iktidara getiren araç” olarak görüyor.
Bu anlayışa en güzel cevabı ben değil, önceki günkü Milliyet gazetesinde Mehmet Gündem’in sorularını cevaplayan tarihçi Prof. Kemal Karpat veriyor:
“Demokrasi seçilirken değil, yönetirken de lazım...”
Tarih bize her gün şunu anlatıyor:
Sandık her zaman bir diktatorü koltuğundan indirme gücüne sahip olamıyor.
Ama sandık başarılı ve demokrat bir lideri uzun yıllar koltuğunda oturtmaya devam ettirme gücüne sahip.
Ben, her şeye rağmen, Başbakan’ın bu cümlesinin arkasında, “kendine daha yakından bakma” arzusunu görüyorum.
Veya büyük bir saflıkla, görmek istiyorum...

Haberin Devamı

KÂŞİFLER VE İCATLAR ANSİKLOPEDİSİ

Hiç düşündünüz mü bir vaize neler okur

KABUL etmeliyim ki üzerimde biraz “İnanç cehaleti” yok değil.
“Vaizi” biliyordum da bir de “vaize”nin olduğunu daha geçen yıl
öğrendim.
Dilimin ucundan, onu bile erkek üzerinden tarif etmek geliyor.
“Kadın vaiz...”
Oysa biraz düşününce doğrusunu buluyorsunuz.
“Vaaz veren kadın...”
Bu hafta başında çok ilginç bir kitap keşfettim.
“Bir vaizenin okumaları”.
Yazarı Fatma Bayram...
1963 doğumlu. Kadıköy İmam Hatip Lisesi ve Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde okumuş. 1990’dan beri Diyanet İşleri Başkanılğı’nda vaize olarak çalışıyormuş.
“Bir vaizenin okudukları kimi ilgilendirir” diye başlıyor kitabına.
Beni çok ilgilendirdi.
Kitabı satır satır okudum. Önyargılar, kırılması en güç putlardır.
İtiraf edeyim şaşırdım. Sürprizlerle dolu güzel bir şaşkınlıktı.
Size bir vaizenin neler okuduğunu, okuyabileceğini o yüzden anlatmak istiyorum.

Haberin Devamı

(*) Fatma Bayram: “Bir vaizenin okumaları”, Kaknüs Yayınları, 2013

Ayşegül ve Tom Miks’le başlayan okuma hayatı

FATMA Bayram, okuduklarını anlatmaya, en samimi ve en çocuk örnekleriyle başlıyor. Okuduğu ilk kitapların başında eve gelen ‘Ayşegül’ler var. Onu eve gelen gazeteler ve pehlivan tefrikaları takip ediyor. Sonra çizgi roman dönemi başlıyor. Tek tek sayıyor:
Tom Miks, Teksas, Red Kit, Tenten ve Zagor...

* * *

İşte böyle bir çocukluk hayatından sonra, şaşkınlık ve hayranlık veren bir entelektüel güzergâh başlıyor.
Tabii ki dine ve İslam’a ait klasikler. Benim de bildiklerim ve hiç bilmediklerim.
-İlk dini kitabı Eşrefoğlu Rûmi’nin “Müzekkin Nüfusu”..
Tabii ki Şule Yüksel, tabii ki “Safahat”...
-Ama aynı zamanda derin, nitelikli ve yelpazesi çok geniş bir edebiyat.
Orhan Pamuk, Bilge Karasu, Borges, Murathan Mungan, İhsan Oktay Anar, Gore Vidal, Hilmi Yavuz, Umberto Eco, Elif Şafak, Amin Maalouf, Oscar Wilde, Alberto Manguel, Sezai Karakoç, Salah Birsel, Stendhal, Dino Buzzati, Arthur Conan Doyle, İsmet Özel, Necip Fazıl Kısakürek, Tennessee Williams, Latife Tekin, Virginia Wolf, Dostoyevski, Marquez, Aziz Nesin (övgüyle anlatıyor) ve başkaları...
-Derin bir psikoloji ve felsefe külliyatı.
Erich Fromm, Erich Hoffler, Doğan Cüceloğlu, Nevzat Tarhan, Çiğdem Kağıtçıbaşı, Özcan Köknel, Engin Geçtan...
-Yarıda
bıraktığı kitabı da yazmış, Faulkner’in “Ses ve Öfke”si...
Ben de Joyce’un “Finnegans Wake”ini kim bilir kaç defa yarıda bırakmıştım.

Haberin Devamı

Bir vaizenin ritmik salınımlı, plansız ve miskin bir yaz günü

SAYDIM, 291 kitabı anlatmış.
Listeye baktım, dini referanslar dışında okumalarımızın kesiştiği birçok
isim var.
-Ama en sevindiğim üçü Bilge Karasu, Borges ve Alberto Manguel oldu.
Özellikle Manguel...
Fatma Bayram onun “Okumanın Tarihi” ve “Okuma Günlüğü”ne takılmış.
Benim başucu kitabım ise onun “Hayali Yerler Sözlüğü”...
Her akşam en az iki-üç hayali yerde volta atmadan uyuyamam.
-En keyifle okuduğum bölüm tabii ki “Kahve kokusu” oldu.
Mesela, internette içinde “kahve” geçen kitapları ararmış.
-Arkadaşım diplomat Oğuz Demiral’ın adına rastlamak da hoşuma gitti.
Ama onu “çok saf” bir edebiyat olarak görmüş ve bir başka güne bırakmış:
“Okumam gerekenler karşısında daha az panik olduğum, daha keyfi, daha rahat, ritmik salınımlı, plansız, programsız yaşadığım o miskin yaz günlerinden biri olabilir mesela o gün...” diyor.

Yazarın Tüm Yazıları