2008 iyi olmadı.
2009 ise iyi işaretler veriyor.
* * *
Şimdi sizi alıp Denizli’nin Güney İlçesi’ne götürüyorum.
Dört tekerlekli bir ATV üzerinde, üzüm bağları arasında dolaşıyoruz.
Sağ tarafım, Cabernet Sauvignon.
Solumda ise Şiraz çubukları yükseliyor.
Duyana duymayana ilan ediyorum.
Güney, Türkiye’nin Bordeaux’su.
Yabancı uzmanlar, buradaki taşlı toprağın, “Cheval Blanc” kalitesinde şarap üretmeye imkân verecek kalitede olduğunu söylüyor.
Önceki gün “Sevilen” şaraplarının burada kurduğu 450 dönüm bağı geziyoruz.
Bağların bir bölümünde bağbozumu yapılmış.
Öteki bölümü ise bugün yarın yapılacak.
Bu bölgede 30 bin dönüm üzüm bağı ekildi.
Türkiye’nin önde gelen bütün şarap üreticilerinin burada bağları var.
Kavaklıdere, Sevilen, Doluca, Mey, Corvus, Pamukkale...
Köylünün diktiği bağlar da son derece modern.
Üç-beş yıl içinde bu bölgenin adını bütün dünya işitecek.
Türkiye’nin Napa’sı burada doğuyor.
* * *
Helikopterle Adıgüzel Barajı’nın üzerinden vadiyi dolaşıyoruz.
Solda Güney bağları, baraj gölünün üzerinde ise Cincirbey Platosu.
Aklıma nehrin ikiye böldüğü Bordeaux bölgesi geliyor.
Tabii Adıgüzel Barajı’nın üstünde rahmetli kayınpederim Hüdai Oral’ı anıyorum.
Bütün siyasi hayatını, hukuka, anayasaya ve bir de bu barajın yapılmasına adamış insan.
Nur içinde yatsın...
Şimdi o barajın iki yanında Türkiye’nin en modern bağları uzanıyor.
İzmir’den Güney’e uçarken, Sevilen Şarapları Yönetim Kurulu Üyesi Enis Güner büyük bir heyecanla anlatıyor.
Aşağıda ise bizi hayatını bağcılığa adamış bir insan bekliyor.
Rasim Güner.
Başında bir kovboy şapkası, altında ATV...
Güney, taşlı bir arazi. Aslında arazi fiyatları düşük. Ama buraya bağ kurmak için ciddi yatırım gerekiyor.
Önce taşları temizlemek, sonra toprak getirmek, su bulmak.
Yani dişle, tırnakla...
Helikopterin indiği boşluğun biraz ilerisinde taşlardan oluşmuş bir tepe yükseliyor.
Enis Güner, “Buradan çıkardığımız taşlarla bu tepeyi yaptık” diyor.
* * *
Sonra bağların ortasındaki küçük evin terasında yemeğe geçiyoruz.
Enis ve Rasim, İzmir’deki İsabey restoranlarının şefini getirmiş.
Bize olağanüstü tatlar veriyor.
Beyaz örtülü bir masa hazırlanmış. Bardaklar itina ile seçilmiş.
Bunları görünce ben de onlara bir sürpriz yapıyorum.
Hep yanımda taşıdığım Bose i-Pod hoparlörünü çıkarıyorum. i-Pod’umu takıyorum ve olağanüstü bir müzik bağların üzerinden akmaya başlıyor.
Ben onların şaraplarını, onlar da benim küçük müzik setimi alkışlıyor.
Şarapla ve üzümle ilgili kafamdaki bütün soruları soruyorum.
Enis büyük bir heyecanla anlatıyor.
El Bulli restoranının mönüsüne sokmayı başardığı 900’ünü tadıyoruz.
Çok güzel. Ama ben kırmızıcıyım. O nedenle Cabernet’yi bekliyorum.
Çok başarılı ve bir Cabernet’den beklenmeyecek kadar dolgun bir şarap geliyor.
Tabii, “Centum...”
Banko diyebileceğim kalitede bir şarap, şişeden şişeye sizi şaşırtmayan bir şarap.
* * *
Şarabın ikinci ve üçüncü kuşağını çok seviyorum.
Hepsi tutkulu insanlar.
Ve ben hayatım boyunca bu insanları desteklemeye, alkışlamaya devam edeceğim.
Çünkü şuna bütün kalbimle inanıyorum.
Türkiye bu insanlarla çok daha güzel.
Çok daha yaşanacak bir ülke...
Ve orada, Sevilen’in tutkusu ve heyecanı ile büyüyen bağlar arasında şunu fark ediyorum.
Siyaset bir adım geri çekildiği zaman, hayatın konuşulacak çok çok çok daha güzel konuları birden iki adım öne çıkıyor.
O yüzden öteki üreticilerin bağlarını da gezmeye, onlara da aynı desteği vermeye devam edeceğim.