KİM aksini söylüyorsa yalandır. Bizim çevremizde her erkeğin içinde gizli bir Ahmet Altan hayranlığı veya düşmanlığı vardır. Kimimiz bunu itiraf edebiliriz, ‘‘Evet arkadaş, doğrudur’’ diyebiliriz.
Kimimiz ise bunu itiraf etmez, bu gizli öfkemizi, ‘‘ikinci cumhuriyet’’ eleştirisi ambalajına sarıp sunmaya çalışırız.
Sonunda işin merkezinde yine aynı mesele vardır.
Malum, kadın meselesi...
* * *
Kadınlara gelince...
Son zamanlarda o malum çevrelerce, Ahmet Altan'a karşı henüz adı konmamış bir ‘‘mesafenin’’ konmaya başlandığını hissediyorum.
Sanki aynı kadınlar, Ahmet Altan'a biraz kızıyormuş gibi veya sinirleniyormuş gibi bir hava seziyorum.
Acaba, bir ‘‘aldatılmışlık’’ duygusu mu?
Yoksa, ‘‘sahibi olmayan’’ bir şeyi keşfetmenin verdiği düş kırıklığı mı?
Ama dedim ya, bu bir erkek hissi.
Yani Ahmet Altan'a ‘‘gıcık olan’’ bir canlı türünün hissiyatı.
* * *
Önceki günden beri Mehmet Yılmaz'ın kitabını okuyorum.
Kitabın çok güzel bir adı var.
‘‘Kırmızı seçtim, aşk mavinin altındaydı.’’
Ancak zeki ve coşkulu bir gazetecinin verebileceği isim.
Tahmin edeceğiniz gibi kitap, başarılı bir genel yayın yönetmeninin ‘‘aşk üzerine yazıları’’.
‘‘Aşk üzerine’’ demek acaba doğru mu?
Belki, ‘‘kadın üzerine’’ demek daha doğru olur.
Mehmet Yılmaz evli ve eşine bağlı bir gazeteci.
Kitabını baştan sona büyük bir keyifle okudum.
Ama, kitabı okurken, benim sık sık aklıma gelen bir soru yine kafamı kurcaladı.
Evli bir erkek, hadi biraz daha yakın tarif edelim, evli bir gazeteci aşk üzerine yazdığı zaman ne kadar samimi olabilir?
Bu soruyu soruyorum; çünkü zaman zaman ben de kadın üzerine yazılar yazıyorum.
Ama itiraf edeyim, bu yazıların hepsi korkak, hepsi sansürlü.
* * *
Erkekler korkaktır.
Ben bu korkak ırkın daha da alt türlerinden biriyim.
Özel olarak eşimden, genel olarak da kadınlardan korkarım.
O nedenle, kendi yazılarım hep maskeli, sansürlüdür. O yazılar, bir kıyafet balosunda yazılmış gibidir.
Dün Mehmet Yılmaz'ı aradım.
Kitabını çok, ama çok beğendim.
Hepinize okumanızı tavsiye ediyorum.
Ama dedim ya kendi kompleksimden dolayı, kafamda hep o haince soru asılı duruyor.
* * *
Evli bir gazetecinin yazdığı aşk yazılarının muhatabı kimdir?
Eşi mi?
Gizli bir sevgili mi?
Yoksa muhayyel bir kadın mı?
Veya yüzüne muhayyel kadın maskesi takılmış, zorla taktırılmış biri mi?
Dedim ya kendimden çıkartıyorum.
Erkekler korkaktır ve her türlü aşağılığı yapmaya meyillidir.
Cevabı bu sorunun a, b, c veya ‘‘Hiçbiri’’ şeklinde olabilir.
Hepsi aynı ölçüde saygıdeğerdir.
Ama ben yine baştaki o can alıcı soruma geliyorum.
Evli bir erkeğin yazdığı aşk yazısının ‘‘muhatabı’’ kimdir?
İsterseniz bu sorunun cevabını vermeyelim.
Hangi şıkkı seçersek seçelim, inanın ki içinde şu veya bu ölçüde ‘‘sahtekárlık’’ vardır. Ve kabul edelim ki bu da ‘‘erkek milletinin şanındandır’’.
Cevap sizi tatmin edebilir veya inanamayacağınız kadar öfkenize neden olabilir.
Ama inanın ki gerçek bir cevaptır.
* * *
Ben Mehmet Yılmaz'ın kitabında en çok ‘‘Seni seviyorum demek kolay mı?’’ başlıklı yazıyı sevdim.
Yazı, kadınların erkekleri çok terleten 5 sorusundan biriyle başlıyor.
Bu 5 sorudan biri ‘‘Beni seviyor musun?’’ sorusuymuş.
Roland Barthes, ‘‘İlk açılma geçtikten sonra ‘Seni seviyorum'un hiçbir anlamı yoktur’’ diyormuş.
Yani, ‘‘Seni seviyorum’’ cümlesinin bir kere kullanılıp, atılmaya mahkûm bir cümle olduğunu söylüyor.
Bir erkek için çok kötü bir haber.
Çünkü bir erkek için her gerçek orgazm öncesinde mutlakabir ‘‘Seni seviyorum’’ tiradı vardır. Ve bu gerçek, bir ilişkinin her kapıyı açan onsuz olunamaz, parolasıdır.
‘‘Seni seviyorum’’ cümlesi gerçek anlamda bir kere kullanılıp atılmaya mahkûm olsa da, her gün yeniden kullanılmaya mahkûm olan bir cümledir.
* * *
Ben kadın meselesinin, daha fazla derinine inmek istemiyorum.
Mehmet Yılmaz’ın ‘‘Kırmızıyı seçtim, aşk mavinin altındaydı’’ kitabını 48 saatten beri durmadan okuyorum.