Paylaş
Yıl 1813...
Sıradan bir banyo görüyoruz.
Yan tarafta çok eski bir küvet duruyor.
Onun yanında yuvarlak bir ayna...
Sonra bir erkek görüyoruz.
Belli ki yeni uyanmış.
Üstü çıplak, alt tarafını havluyla sarmış...
Önce yüzünü yıkıyor, sonra aynaya bakıp eliyle dokunuyor.
Eli yavaş yavaş aynaya giriyor, sonra vücudu...
Erkek aynanın içinde kayboluyor...
Yeni erkeğin beden ölçüsü
David’inkine çok benziyor
Biraz sonra o banyonun içinden çırılçıplak bir erkek çıkıyor.
Floransa’daki David’in ölçülerine epey benziyor.
Öyle çok geniş omuzlu, iriyarı ve yapılı değil.
İnce bir erkek...
Fashion’ın “slim fit” dediği gibi...
İşte o erkek, narsisizminden aldığı güçle, Allah’ın yarattığı en güzel sanat eseri olarak kendini seyrettirmeye, daha doğrusu sergilemeye başlıyor.
İkinci sahnede aynı erkeği çırılçıplak, bir zeminin üzerinde yatarken görüyoruz.
Yukarıdan bir melek elinde beyaz bir örtüyle geliyor ve üzerini örtüyor.
O an erkeğin aslında “çarmıhtan indirilmiş ölü İsa’ya” benzediğini anlıyorsunuz.
İzleyen sahneler erkek bedeninin, kadın bedeni ile estetik yarışından galip çıkabileceğini gösteren ikonografik bir rekabet halinde devam ediyor.
Altı yıl önce İzzet Çapa’ya ‘David geri dönüyor’ demiştim
Bundan 6-7 yıl önce
İzzet Çapa bana “Geleceğin trendi ne” diye sorduğunda şu cevabı vermiştim:
“David’in bedeni...”
Yani “Erkek bedeninin estetik bir obje olarak yeniden yükselişi...”
Paris şu sıralar bir sergi ve bir filmle çalkalanıyor.
Orsay Müzesi’nde açılan serginin adı “Masculin/Masculin”.
Herhalde çevirmeme gerek yok.
Erkek bedenini ana tema olarak alan bir sergi.
Yukarıda anlattığım sahne, bu serginin tanıtım filmi...
Filmi biraz ayrıntılı anlattım.
Çünkü, Youtube’dan seyretmek isterseniz şöyle bir uyarı ile karşılaşıyorsunuz:
“Bu filmde rahatsız edici sahneler bulunmaktadır”.
Oysa Paris metro istasyonları bu serginin iki erkeği çırılçıplak gösteren billboard’ları ile dolu.
Erkek bedeni daha mı rahatsız edici
MUHAFAKÂRLAŞTIĞI iddia edilen bir dünyada sanat bize ne demek istiyor?
“Erkek bedeni cinsel bir obje olarak kadın bedeninden daha mı rahatsız edicidir?”
Sanatsever insanlar bu kanaatte değiller.
Sergiyi günde ortalama 4 bin 500 kişi geziyormuş.
Bu da, geçen yıl aynı dönemde yapılan bir başka serginin tam üç katı sayıda insan demek.
Tabii şunu da belirteyim.
Sergi sadece bundan ibaret değil.
Picasso ve Edvard Munch gibi klasikleşmiş ressamların nü erkek tabloları, David Hockney ve Andy Warhol gibi modernistlerin eserleri de var.
Tabii bir de 1988’de ölümünden sonra adı giderek büyüyen harika fotoğrafçı Robert Mapplethorpe’un, hâlâ büyük kavgalara yol açan çıplak erkek fotoğrafları.
Erkek sanatta kendini teşhir etmeye başladı...
Yeni David Floransa değil metropollerde
Ve bu temaşa, bayağı bir cinsel tahrik unsuru olmaktan çıkıp, sanatın yeni şehirlerine yayılıyor.
David kendine vatan olarak Floransa’yı seçmişti.
Yeni erkek bedeni ise bir sanat objesi olarak New York’un, Berlin’in, Paris’in modern meydanlarını vatanı ilan ediyor.
Evet, altı-yedi yıl önceki öngörüm doğru çıktı...
Bugün erkek bedeni hem sanatın, hem modanın, hem romanın, hem sinemanın yükselen değeri.
Bunu 21’inci yüzyılın keşfi olarak da görebilirsiniz...
Eski Yunan ve Roma’daki “bedensel estetiğin” yeniden değer kazanması olarak da...
YARIN Modern hayat sosyolojisinde bayram voltası atmaya devam.
Kumral saçlı bir kız, mavi saçlı bir kıza âşık olduğu zaman...
Mavi soğuk mu yoksa sıcak bir ışık mıdır?
Bayram günlerinde hangi beden elbiseler bitiyor.
Adını değiştiren International Herald Tribune, hatıra sayısına hangi resimleri koydu? Ünlü müzisyen Chat Baker’in ölümü bir gazete tarihinin en önemli sayfası olabilir mi?
İngilizler de Japonya’nın Kama Sutra’sını keşfediyor
ANCAK sanat ekonomistleri bunun “ekonomik anlam”ına da bakıyor. Onlara göre erkek bedeni, iyi bir “yatırım enstrümanı”.
New York Times’ta geçen pazar günü yayınlanan bir yazıda şu tez işleniyordu:
Ekonomik kriz, kamu yönetimlerinin müzelere
verdiği finansal desteğin düşmesine yol açtı.
Bu da müzeleri “yeni pazarlar” aramaya, yeni “pazarlama yöntemleri” bulmaya zorluyor.
Çok haksız da değiller.
Bazı müzelerin son dönemde seçtiği temalara bakınca bu yeni pazarın oldukça canlı olduğu anlaşılıyor.
Mesela, yine Paris’teki Jacquemart-Andre Müzesi’nin yeni sergi teması da “Desire” (Arzu).
Onun tanıtım videosunda da, üzerine gül yaprakları dökülen çıplak bir kadın görüntüsü var.
Londra’da da bir devrim yaşanıyor.
British Museum gibi bir sanat panteonu, tarihinde ilk defa apaçık erotik, hatta pornografik bir sergi düzenliyor.
17’nci yüzyıl Japon Şunga örneklerinden oluşan sergide, ahşap baskılarla yapılmış, çırılçıplak sevişme sahneleri sergileniyor.
Yani bir tür “Japon Kama Sutra”sı diyebilirsiniz.
19 ve 20’nci yüzyılda kadın bedeni sanatın her alanında daha değerli bir teşhir objesiydi.
Öyle görünüyor ki, erkek bedeni eski Yunan ve Roma’dan sonra kaybettiği üstünlüğü 21’inci yüzyılda fazlasıyla alacak.
Orsay Müzesi’nin tanıtım filmini bir kere seyretmek bile, erkek bedeninin estetik ve cinsel bir obje olarak ne olabileceği konusunda fikir edinmenize yetiyor.
Geriye şu soru kalıyor?
Klasik ve muhafazakâr erkek, kendi cinsinin bedenini neden kadına göre daha rahatsız edici buluyor?
Estetik açıdan mı?
Yoksa, giderek mükemmelleşen erkek bedeni, sanatın nomanklatürasında komplekse yol açan bir tür korku ve paranoyayı mı tetikliyor?...
Paylaş