En büyük cinayeti işleyeceğim

BİR süredir derin bir saplantı ile yaşıyorum.

Okyanusun en karanlık derinlikleri, abyssis’i kadar bilinmez bölgeleri gibi koyu lacivert bir hayal peşimi bırakmıyor.

Gözümün önünde şöyle bir fotoğraf var.
Bir çöl...
Ortasında dev bir kayalık ve üstüne kurulmuş tuhaf bir şehir.
Dışardan bakıldığında topraktan, sıvadan yapıldığı hissi veren, 6-7 katlı binalar.
Yüzlerce, binlerce küçük pencere, rastık çekilmiş baştan çıkarıcı kara gözler gibi çöle bakıyor.
Binalar, bir kalenin surları gibi şehrin etrafını sarmış; o gözleri şehrin içine hapsetmiş.
Çöl ortasında, bir hayal şehri. Bir ütopya...
* * *
Burası Yemen’in “Şibam” şehri.
İşte oraya gitmek istiyorum.
Başımı alıp, tek başıma...
Geceleri o pencerelerden çöle bakmak, güneşin batışını ve doğuşunu seyretmek istiyorum.
Orada hayatımı allak bullak eden ne varsa temizlemek, arınmak ve geriye bir şey kalıyorsa, onunla dönmek...
Rüyalarım işte bu tutkunun emrine girdi.
Yalnız bir iç yolculuğun...
Niyetim kötü.
Hayatımın en büyük cinayetini işleyeceğim.
Taammüden, önceden tasarlayarak.
Katil benim; maktul ise “ego’m” olacak.
“Ego’mu” öldürmek, ondan kurtulmak için istiyorum okyanus yolculuğunu.
O Allah’ın belası ego’m.
Snobe ettiren, küçümseyen, küstürten, kafa tuturan, zıtlaştıran, keskinleştiren, meydan okutan, hep yalnızlığa mahkûm eden, kafama akıl almaz megalo idealar sokan, elinin tersiyle ittiren, “Ben” diye kendi kendine konuşturan, o Allahsız ego’dan kurtulmak istiyorum.
Beni zebraya çeviren o kalın siyah çizgileri derimden silmek, daha da beyazlaşmak, kimsesizlikten kurtulmak istiyorum.
İçimde Mustafa İslamoğlu’nun o sözleri var:
“Yürümekle varılmaz
Ama varmak için yürümek lazım...”
Yeni Kâbe’m Şibam.
Çölün ortasındaki o ütopya.
Daha şimdiden oraya gidiyorum, oradan sevdiklerime sanal kartpostallar gönderiyorum.
Bedenimi ve ruhumu, hayatımın yeni güzergâhına hazırlıyorum.
* * *
Oysa 60 yıl boyunca o “ego’mu” ne kadar sevmiştim.
Ben’i ne kadar ben yapmış, içimdeki harikulade narsisti ne kadar güzel yaratmıştı.
Her sabah aynada gördüğüm Ben’e ne kadar hayran kalmış, onun verdiği aşk’la kendi kendime ne kadar yetmiştim.
O ego, çelimsiz bir kenar mahalle çocuğundan yenilmez bir savaşçı yarattı diye nasıl gururlanmış, zırhımı, silahımı atıp, nefretin, kinin, kıskançlığın üzerine yürümüştüm.
Hissediyorum.
Şimdi veda zamanı.
Yorgun egomu, yılkı atı gibi, Yemen çöllerine terk etmenin zamanı geldi.
Onun için gitmek istiyorum.
* * *
Yemen’i bilenlerle konuştum.
“Sanaa’ya gidebilirsin. Ama Şibam’a sakın gitme. Oraları çok tehlikeli” dediler.
İnsanlar kaçırılıyormuş, hatta öldürülüyormuş.
İçimdeki tutku çığırından çıkmış, kalın bir zırha bürünmüş; hiçbir şey tesir etmiyor.
Kafamda Yemen Türküsü; gidip de bir türlü gelmeyenlerin, gelemeyenlerin hayali;
İçimde ise o karşı konulmaz ses: Tevrat’ın sözü;
“Git, kendin için git...”
“Tabula rasa” yapmak için git.
Masanın üzerindeki her şeyi elinin tersiyle sıyırıp atmak, masayı temizlemek, üzerine hayatın manasını, tek gerçeğini koyup, aynada kendine artık başka türlü bakmak için git.
İçimdeki ses bunu söylüyor.
“Git” diyor, “Git, kendin için git.”
Kendinden kurtulmak için git...
“Öldürmek için, gerekirse öldürülmeyi göze al.”
İşte böyle diyor...
Yazarın Tüm Yazıları