Paylaş
Kafam darmadağındı ama yine hatırladığım bir şey vardı.
Çalan müzik kesinlikle ‘Cry me a river’ değildi.
Nehir deyince aklıma, sadece, bir süredir hep kenarında oturduğum hayalet nehir gelir.
Hani şu önünden durmadan enkazın geçtiği nehir.
*
Evet, beynimizin tam ortasından bir nehir akarmış.
Yazar, adını ‘dopamin’ nehri koymuş...
Nehrin bir tarafında ‘haz ve ödül’, öteki tarafında ise ‘ıstırap ve kaçınma’ duyguları yer alıyormuş.
*Bütün bunların ortasındaysa, ‘arkeokorteks’ bulunuyormuş.
Bu bizi, hayvandan ayıran yanımız da değilmiş. Çünkü kara kurbağasında bile aynı merkez varmış.
Sürüngen beynimiz yani...
Sakın burun kıvırmayın.
Çünkü duygularımızı açığa çıkaran merkez buymuş.
Hani bana, o meşhur ‘spermli’ yazıları yazdıran merkez...
Meğer kara kurbağası kadar aklım varmış.
*
Hayatımın en ilginç ‘aşk’ kitabını okudum. Aşk romanı değil, aşkı anlatan bir kitap...
Bir kere yazarı çok ilginç.
Adı Michel Reynaud.
Fransa’da Paul Brousse Üniversitesi Psikiyatri ve Bağımlılık Anabilim Dalı Başkanı.
Yani uyuşturucu ve alkol bağımlılıkları üzerine çalışan bir uzman.
Balıklı Rum Hastanesi gibi bir yer de diyebilirsiniz...
Demek ki aşk, alkol veya uyuşturucu bağımlılığı gibi bir şeymiş...
Aşk’a bu gözle bakan bir bilim insanının kitabı ilginç olmaz mı...
*
*Bir de ‘paleokorteks’ var.
Köpeklerinkiyle aynı ama kara kurbağasında bulunmayan bir merkez.
Bu da duygu beynimizmiş.
Köpeğin heyecanları vardır. Sahibi iki dakika dışarı çıkıp gelse, aynı şekilde heyecanlanır.
* ‘Neokorteks’ daha yeni bir şey. Zekâ ile ilgili işlemleri yerine getiren merkez. Köpeklerde biraz var, insandaysa daha çok.
Öyleyse insanı hayvandan ayıran merkez hangisi?
O da ‘frontal korteks’...
Yani kavramları ve dili geliştiren merkez.
Kara kurbağası, “Oturup sevgilime aşk mektubu yazayım” demez.
Köpek de demez.
İkisi de sevdiği kadına evlenme teklifi yapmayı düşünemez.
En önemlisi, “Seni seviyorum” diyemezler. Hele hele benim gibi, abartarak “Sana ölüyorum, mahvoluyorum” demeyi hiç bilmezler.
Zaten hayvanı benden ayıran en büyük özellik de bu.
*
Dopamin nehrinin kenarında oturan insanın önünde neler geçer?
* Bir el okşadığında, arkeokorteks bunu fark eder. Kara kurbağası da köpek de fark eder.
* ‘Paleokorteks’, kendini okşayan elin heyecanına kapılır. Ama yapacağı tek hareket, kuyruğunu neşeyle sallamaktan ibarettir.
* ‘Neokorteks’ ise “Bu benim sevgilimin eli. Geçen akşam onunla mum ışığında yemek yedik” der. Bir adım daha ileri gider. “İnşallah hayatına başka bir erkek girmez” diye korkar.
Çünkü aşk aynı zamanda korkmaktır.
Önünde soyunmak, tatmin edememek, kaybetmek korkuları...
İşte dopamin nehrinin kenarında hayat böyledir.
Bir tarafta mutluluk, haz, doyum...
Karşı yakadaysa ıstırap, korku ve panik.
Ve arada köprü yoktur...
*
Gerçekten çok ilginç bir kitap. Şiddetle tavsiye ediyorum.
Hayatım boyunca hiçbir kitabı, altını bu kadar çizerek okumadım diyebilirim.
Aynı zamanda, çok az kitabı bu kadar onaylayarak okudum da diyebilirim.
Her sayfasında, kendimi “Aa ben de böyleyim” derken buldum.
Ama aynı zamanda, bir Cem Yılmaz oyunu gibi.
Kitap bittiğinde aklınızda hiçbir şey kalmıyor.
Belki de aşk için en iyisi budur...
(*) Michel Reynaud: ‘Aşk hafif bir uyuşturucudur’; Çev: Sevgi Türker Terlemez; İmge Yayınları; 2011
ÜRKEK KADIN MANTIK EVLİLİĞİ Mİ YAPAR
Nedense, şu satırların altını çok kalın çizmişim.
(*) “Bazı kadınlar, akıllarının gitmesinden korktukları için iyi bir sevgilileri olsun istemez. Erkeklerse, paçayı kaptırmaktan korktukları için sevgilinin iyisinden kaçtıklarını söyler.”
(*) “Kadının ürkeği burjuva evliliği yapar; ancak bir âşık tutar kendine.”
(*) “Erkek ise, hazzın büyüklüğünü evlilik dışında aramak düşüncesiyle, bir ‘rahibeyle’ evlenir ve işinin ehli bir ‘metres’ tutar.”
‘Meryem Ana’ gibi görülen bir eş; putlaştırılan bir koca...
Gerçekten böyle midir?
Sanmıyorum. Bana, erkeği ve kadını, hele hele kadını hiç anlamayan bir düşünce tarzı gibi geldi.
Benim bildiğim ‘neokorteks’ çok şeye kadirdir.
Evlilik aşkı öldürür mü? Aşkın ömrü üç yıl mıdır? Böyle soruların hiç manası yok.
Çünkü şurası kesin:
Üçüncü dereceden cinsel bölgelere sahibiz. Yani ‘ek uyarılma depolarımız’ var.
Ölüme kadar bize ihanet etmeyen bu arzu kutularımız sayesinde, hayat çok güzel.
Harika...
AŞK İKSİRİNİN FORMÜLÜ VE EN ŞIMARIK HORMON
Hayatımda ilk defa işittim.
Meğer insanı, aşk duygusuna sokan, okşamanın manasını veren, seyretmenin hazzını teşhir eden
dillere destan hormonun adı ‘luliberin’miş.
İkinci hormonsa, organizmada bulunan ancak sevişme esnasında yükselen ‘testosteron’muş.
Beden, sevişme sırasındaysa ‘oksitosin’ üretirmiş.
Yazar işte bundan çıkarak, ‘aşk iksirinin’ formülünü veriyor:
(*) Üç parmak ‘lubiterin’,
(*) Bir ölçek ‘testosteron’,
(*) Dört parmak ‘dopamin’,
(*) Bir tutam ‘endorfin’.
Ama dikkat. Hepsi riyakâr, hepsi ikili oynuyor. Hepsi baştan çıkarıcı, hepsi birer iblis.
Kendilerine luliberin şırınga edilen eşine sadık fareler bir anda baştan çıkıp çapkınlaşıyor.
Oksitosin şırınga edilen çapkın farelerse birden dünyanın en sadık kocaları haline geliyor.
Yani, her ikisine de mesafeli durun.
Aşkı doğuran luliberin, aynı zamanda aşkın katilidir...
Bir de küçük dedikodu: Meğer erkek fareler de orgazm olduktan sonra hemen uykuya dalarmış.
Ee ne yapacaksınız... Arkeokorteks... Aslanım benim...
AŞK HALKIN AFYONUYSA YER GÖK BALIKLI RUM
Bağımlılık anabilim dalı başkanının bütün bunlardan sonra ulaştığı noktaysa şu:
“Aşk halkın afyonudur...”
Genç bir Marksistken bize “Din halkın afyonudur” diye öğretmişlerdi.
Sonra düzelttiler.
“Futbol halkın afyonudur...”
Şimdi sıra geldi aşka...
Ama neokorteksimiz, frontal korteksimiz sağlam.
Üçünden de vazgeçemiyoruz...
Yine de şu soruyu sormadan da bitiremeyeceğim:
Aşk gerçekten afyon gibi bir uyuşturucuysa,
Ve aşk, ‘ötekinin tadını çıkarmaksa’...
İnsan, bu olağanüstü hazdan nasıl vazgeçebilir?
O zaman yazarın sorduğu şu soru haklı değil mi:
“Madem devam etmeyecektik; bunca mutluluğa ne gerek vardı...”
FRONTAL KORTEKSİMİN NOT ALDIĞI KAVRAMLAR |
* Arzunun kaçacak delik araması * Ötekinin tadını çıkarmak * Haz kınından çıkınca * Partnerin sınırlarıyla flört etmek * Evet, sapıksınız çünkü insansınız |
Paylaş