Diktatörün türbanlı sevgilisi

BİLİYOR musunuz, Mussolini’nin türbanlı bir Müslüman sevgilisi varmış ve birlikte Kuran okurlarmış.

Haberin Devamı

Ne sitcom değil mi...
Acele etmeyin, tadını çıkarın, ayrıntısını anlatacağım.
Çünkü tam günü. İklim ağır mı ağır.
Hepimizin üzerine bir bezginlik çökmüş, pusuya düşürülmüşüz, ruhumuz örümcek ağına takılmış, debelenip duruyoruz.
Karartma günleri yani...
Tek silahımız dayanmak; alay etmek, ti’ye almak; dalga geçmek.
Hadi öyleyse gelin biraz “diktatör sit-com’culuğu” oynayalım.
“Tek adam vodvili” yani...
* * *
Günün sitcom sorusu şu:
Kadınlar diktatör karakterli erkekleri mi severler?
Hitler, iktidara yürüdüğü yıllarda, kadınlardan ayda ortalama 10 bin mektup alıyormuş.
Çoğu neredeyse aşk mektubuymuş.
Ama rekor Mussolini’de.
Faşist diktatör, ayda 30 bin mektup alıyormuş.
Bir hesaba göre, her birine, Mick Jagger ve Beatles üyelerinin aldığı mektupların toplamından fazla aşk mektubu gelmiş.
* * *
Fransa’da bestseller listelerinde ilginç bir kitap var:
“Diktatörün kadınları”.
Kitap şu sorunun cevabını arıyor:
“Yirminci yüzyılda, okumuş ve bağımsız bir kadın nasıl olur da diktatörün cazibesine kapılır?”
Çok ünlü bazı kadınların Mussolini hakkında şu yazdıklarına bakın:
Fransız aktristi Cecile Sorel:
“Böyle gülen bir insan kötü olamaz. Bakışlarının derin yumuşaklığını kalbime hapsedip uzaklaşırken, onun karanlıkta gözleriyle beni takip ettiğini hissediyordum.”
Hollandalı yazar Ellen Forest:
“Bir yudumunu dahi israf etmemek için onu bir içişte bitirmek istiyordum.”
* * *
Mussolini’ye âşık kadınlardan biri, Leda Rafanelli.
1913 yılında Mussolini hakkında bir makale yayınlıyor ve şunu yazıyor:
“Kahramanlık döneminin sosyalisti. Yaptığına büyük bir güçle ve tutkuyla inanıyor. O gerçek bir erkek...”
Mussolini hemen kendisine bir teşekkür mektubu yazıyor ve evine ziyarete gidiyor.
Rafanelli, İslam’ı seçmiş bir entelektüel.
Başında türbanı var. Doğu’ya âşık.
Bileğine büyük bilezikler, kulaklarına ağır küpeler takmış.
Mussolini’ye Türk kahvesi ikram ediyor.
Mussolini o geceden sonra Leda’ya şunları yazıyor:
“Olağanüstü bir üç saat geçirdim. İkimiz de yalnızlığı seviyoruz. Sen yalnızlığı Afrika’da, bense kitlelerin içinde arıyorum. Hayatımda bir parantez açmak isteğimde hep sana geleceğim. Birlikte Nietzsche ve Kuran okuyacağız.”
* * *
Hitler ve Mussolini’ye ait belgesel filmleri ne zaman seyretsem, ikisi hakkındaki izlenimim de şu oluyor.
Birer palyaço...
Her defasında “Kitleler bu iki palyaçodan nasıl bu kadar etkileniyorlar” diye düşünüyorum, cevabını bir türlü bulamıyorum.
Hadi kitleleri anladım da, kadınlar bu iki palyaçoda ne bulur?
Hitler ve Mussolini benim için birer delidir.
Okuduğum kitabın yazarı da bir kadın ve o farklı düşünüyor.
“Kadınlar o erkeklerde bambaşka bir gerçeklik görüyorlar. Onun isyankâr ve provokatif tarafını seviyorlar.”
* * *
Kitabı okudukça, Mussolini’nin bir başka özelliğini keşfettim.
Yanında 22 yıl çalışan şoförü günlüklerinde şöyle bir şey yazıyor:
“Onun tatmin ettiği ilk duygusu sevdiği kadına gitmekti. Bakanlıktan çıkar çıkmaz hemen sevgilisinin koynuna koşardı.”
Dünyanın başına en büyük insanlık belalarından birini açan faşist diktatörün kendini en iyi hissettiği yerin, sevgilisinin koynu olması düşündürücü değil mi...
Yani önceliği kadına vermesi...
Bazı insanlar, bütün öteki “ciddi” işleri bir kenara bırakıp, erkeğine veya kadınına öncelik vermesinin bir “zaaf” olduğunu düşünür.
Ben hiç öyle düşünmüyorum. Hayatım boyunca kadınıma öncelik vermeyi zaaf değil, tam aksine en insan tarafım olarak gördüm.
Yıllar önce İtalya’nın büyük şairi d’Annunzio ile bu ortak yanımı keşfetmiştim.
Kadere bak ki, bu huyum Mussolini denen palyaçoyla da ortakmış.

Haberin Devamı

- Diane Ducret: “Femmes de dictateur”, Perin, 2011

Yazarın Tüm Yazıları