GERİYE baktığım zaman, Kutlu Savaş'ın ‘‘Susurluk Raporu’’na giren o cümleyi yeniden tartışmamız gerektiğine inanıyorum.
Bir ülkenin savunma refleksini ve felsefesini yansıtan o cümle şöyleydi:
‘‘Devletin ağzı süt kokmaz...’’
Şimdi sizi, bu sözün ayak izlerini takip ederek, 1999 yılında Suriye'nin başkenti Şam'a götüreceğim.
ŞAM 1999
Milliyet Gazetesi yazarı Hasan Cemal, o yılın mart ayında Şam'da, hayatının büyük bölümünü PKK ile mücadele içinde geçiren özel kuvvetlere mensup bir Türk subayıyla karşılaşır.
Subay o gün Hasan Cemal'e aynen şunları söylüyordu:
‘‘Çiller'i sevmem ama onun sayesinde bu işler hızlandı.’’
Subay devam ediyor:
‘‘Çiller başbakanlık koltuğuna oturduktan sonra Güneydoğu'da elleri serbest bıraktı. Sivil siyasi otoritenin bütün desteğini gözü kapalı biçimde güvenlik güçlerinin, askerin arkasına koydu ve çekildi.’’
Hasan Cemal, geçen hafta yayınlanan ‘‘Kürtler’’ kitabında şu tezi işliyor:
Türkiye, PKK ile mücadelesini, Çiller'in devletin elini serbest bırakması sayesinde kazandı.
Bu savaşın en önemli isimlerinden biri olan Mehmet Ağar bunu şöyle özetliyor:
‘‘Olayı yakaladı Çiller. Güvenlik güçlerinin, askerin ihtiyaç duyduğu moralin nasıl verileceğini gördü. Bunu sağladı.’’
Arkasından şu tarihi tahlili yapıyor:
‘‘Bir zamanlar ‘CHP artı ordu eşittir iktidar' denirdi. Şimdi Çiller bunu görüyor, yakalıyor.’’
Bir üst düzey güvenlik görevlisi, eli serbest bırakılan devletin mücadelesini şöyle özetliyor:
ÇİLLER’İN KATKISI
‘‘Gayri nizami harpti bu. Karşındaki adamın alnında PKK yazmıyor ki. Arkanı döndün, bir anda tarandın gittin. Onun için adı konulmamış savaş nerede varsa orada insan hakları da bir süre kendiliğinden sınırlanır, darbe yer. Silahlı Kuvvetler içinde özel kuvvetler yetiştirildi. Emniyet'te Korkut Eken'ler Özel Harekát Timlerini yetiştirdi. Bölgede PKK'ya karşı ‘alan hákimiyeti' uygulanmaya başlandı.’’
1994 yılı, PKK ile mücadelede gerçekten çok önemli bir dönüm noktasıdır.
Bir üst düzey yetkilinin Hasan Cemal’e söylediği gibi, ‘‘Devlet her şeyi göze almıştı’’.
SUSURLUK HUDUDU
Çiller'in bu cesur tavrına, Cumhurbaşkanı Demirel'in ‘‘İkinci Muğlalı olayı yaratmayacağız’’ sözünü, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş'in ‘‘yeni savaş konseptini’’, bunu kahramanca uygulayan Türk subaylarını ve erlerini, Mehmet Ağar, Ünal Erkan gibi yöneticilerin kararlı tutumlarını ekleyin.
Bir de köylerinden, kasabalarından, şehirlerinden, her gün cenazeler kalkan Türk halkının devletinin arkasında dimdik duruşunu...
Geçen yüzyılın bütün dünyadaki belki de en büyük gerilla savaşı işte böyle kazanıldı.
Bu sonucu şöyle özetleyebiliriz:
Doğru zamanda, ‘‘ağzının süt kokmadığını’’ gösteren, ama yine doğru zamanda, ‘‘yoğurdu üfleyerek yiyen’’ bir devlet.
Yani devletinin beka mücadelesini veren, ama Susurluk hududunu geçmeyen bir devlet.
Hasan Cemal'in kitabı gerçekten mükemmel.
Türkiye'nin son 20 yılında yaşadığı ve ne yazık ki ders çıkaramadığı olayları ayna gibi görüyorsunuz.
Tabii bir dönemin siyasetçilerinin gerçek sicillerini de...
Ama bu yazıyı bağlamak istediğim bir başka nokta daha var.
Irak Savaşı'nın başından beri televizyonlarda yorum yapan emekli komutanları hayretler içinde izliyorum.
Çünkü bu savaşı anlamakta nasıl olup da bu kadar zorluk çektiklerini anlayamıyorum.
Enis Berberoğlu geçen pazar günü Hürriyet'te mükemmel bir askeri analiz yazdı.
Bu savaşta herkes Irak güçlerinin, düzenli Amerikan ordusu karşısında gerilla savaşı yapmasını bekliyordu.
GERİLLANIN MUCİDİ
Oysa bunun tersi oldu. Pentagon, düzenli orduya gerilla savaşı yaptırdı.
Peki bu konseptin geçen yüzyıldaki mucidi bizim ordumuz değil miydi?
Türk ordusu 1994 yılından sonra savaş konseptini değiştirerek, kendisi gerilla düzenine geçti.