Paylaş
“Huysuz Virjin”i ekranlardan biliyordum, ama sahnede ilk defa orada tanıdım. Aslında o gece bir değil iki gerçek insan tanıdım...
*
Hürriyet’in genel yayın yönetmeni olmuştum.
43 yaşındaydım ve öğretim üyeliğinden direkt gazeteciliğe geçmiştim.
İstanbul’da neredeyse kimse beni tanımıyordu. Tanıyanlar da nedense bir türlü kabullenememişti...
*
İşte öyle yapayalnız bir gecemde Taksim’deki kulübe gittim. Kapıdan girdiğimde küçük mekân kapkaranlıktı ve sadece sahne aydınlanmıştı...
Sahnede Huysuz Virjin vardı.
Televizyon ekranlarından tanıdığım o şahane ışıltısı bütün sahneyi kaplamıştı. Mekâna sonradan giren insanların utangaçlığı ile karanlıkta bir kenara sığınmaya çalışırken aniden projektörler bir daire şeklinde beni aydınlattı...
Araba farına yakalanmış tavşan gibi kaldım ve işte tam o an Huysuz’un dil ışıldakları da üzerime çevrildi...
“Oooo bakın bakın kimler gelmiş” diye bir başladı ki...
Huysuz’un diline düşmek işte budur dedim...
*
Kan ter içinde yandaki barın ucuna sığındım, arkamı bara yaslayıp sıkıntılı bir gülüşle Huysuz’a bakmaya başladım. Neyse ki birazdan ilgisi ön sıradaki başka birine gitti ve kendimle baş başa kaldım.
Tam rahatladığım sırada sırtıma bir el dokundu ve yine eyvah duygusuyla bara doğru döndüm. Karşımda Ali Poyrazoğlu...
*
Mekânın sahibi oymuş...
Önünde bir buz kovası ve içinde bir Fransız şampanyası... Şampanyayı açarken hafif ve çok güzel bir gülümseme ile konuşmaya başladı:
“Bu, Hürriyet’in genel yayın yönetmeni için değil, ‘Elveda Başkaldırı’ kitabını yazan insan için...”
*
Bunca kitap yazdım... Hayatımda hiçbir söz bu kadar iyi gelmedi bana...
Gazetecilik de gider, bir gün yazamaz hale gelirim, getirilirim, genel yayın yönetmenliği dersen, bir patronun dilinin ucundasın...
Ama işte bu söz var ya... Bunu hiiç kimse alamaz benden...
*
O gece Ali Poyrazoğlu’nu tanıdım... Büyük sanatçıyı tanıyordum... O gece gerçek bir aydını... Zarif bir insanı da gördüm.
*
Sonra Huysuz geldi yanımıza...
En huylu haliyle...
Huysuz Virjin’i tanıyordum.
O gece bir de Seyfi Dursunoğlu’nu tanıdım...
Türkiye’nin iki büyük rengini...
İki şahane insanını...
İki sanatçısını...
Ve onların arkasındaki iki büyük karakteri... Oynadıkları şahane rollerden da daha büyük karakterleri...
*
O gece memleketimin insani renklerinin ne kadar alaimisema, ne kadar cıvıl cıvıl olduğunu bir kere daha gördüm.
O gece ülkemin ‘Çılgınlar Kafesi’nin çok nadir iki kuşunu tanıdım...
Biri önceki gün uçtu...
Ötekine ise Allah daha çok uzun ömürler, sağlık ve mutluluklar versin...
*
Kimse sormadan söyleyeyim.
Büyük sanatçı Seyfi Dursunoğlu’na Allah Rahmet eylesin...
Onu çok iyi bilirdim... Çok iyi bilirdim... Çok iyi bilirdim...
*
O gecenin ikinci nadir kuşuna gelince...
Sevgili Ali... Allah sana çok uzun ve sağlıklı ömürler versin...
Hangimizin önden gideceğini Allah bilir, o nedenle şimdiden söyleyeyim.
Seni de çok iyi bilirim...
Çok çok iyi...
Ve o gece bana söylediğin o sözü, hayatımın sonuna kadar saklayacağım...
MÜJDAT HASTA OLUNCA SAHNEYE ONU ÇIKARTTIK
DÜN Ali Poyrazoğlu ile konuştum. Hâlâ ağlıyordu.
Bana Huysuz Virjin’in nasıl parladığını anlattı: “Aslında kendi halinde bir terziydi. Devlet memuruydu. Ama çok yetenekli bir sanatçı tarafı vardı. Bize kantolar söylerdi. Yeşil Kabare’de çeşitli sanatçılar çıkardı. Bir gün Müjdat Gezen hasta olunca çıkaracak yeni birini aradık. Ona telefon ettim. Ben yapamam dedi. Zorladık. Böylece onun gerçek sanatçı yanı pırıl pırıl parladı.”
YEŞİL KABARE’NİN ADI KÜÇÜK PRENS’TEN DOĞDU
POYRAZOĞLU Yeşil Kabare adını nasıl verdiğini de anlattı:
“Bu isim, renk körlüğünden doğdu. Renkkörleri yeşille kırmızıyı karıştırır. Aslında çoğumuz renkkörü. Bir önyargı yumağıyız. Hepimizin içindeki renkleri karıştırırız. Küçük Prens’te vardır. Biz aslında gerçekleri yüreğimizle görürüz. Kabareye adını işte oradan verdim.”
TÜRKİYE KORONAVİRÜS DÖNEMİNİ KAPATAN ŞARKI
BUGÜN pazar...
Yazın ortasını geçtik...
Koronavirüs hâlâ hayatımızda, hâlâ akşamları Sağlık Bakanı’nın vereceği rakamları bekliyoruz...
Ama bir yandan hayat da başladı...
Bir yanda Ayasofya tartışmaları, hilafet mi gelecek münakaşaları...
Ve işte tam öyle bir günde Sezen Aksu öyle bir şarkı yaptı ki...
Allaaahhh...
*
Adı “Karşıyım”...
Bilerek acemi gibi çalan usta müzisyenlerin sazından çıkmış nameler...
Sezen’in, hafif, sanki sigaradan kalınlaşmış gibi yaptığı sesi...
Oynak mı oynak bir ritim...
Darbukalar, adeta İzmir Tenekeli Mahalle’sinin dümbelekleri olmuş...
İzmir’in Demirspor Düğün Bahçesi canlanmış, millet ortada oynuyor...
Her yer bir düğün cıvıltısı...
*
Ve bir de sözler...
Allahım...
Tam da şu günde, tam da şu anda içimizden fışkırmak üzere olan her kelime melodiye dönüşmüş...
Öznesi, zamiri, sıfatı, bağlacı, fiili, her şey yerli yerinde...
Ege de var...
En damarından Trakya da...
Türkiye’nin bütün evleri, düğün salonları, türkü barları, sahil gazinoları, arkadaş partileri...
House müzikler birden kesilmiş, Chill falan bir kenara fırlatılmış...
Allaaaaah Türkiye oynuyor...
Memleketimin Akdeniz ve Ege ruhu, Trakya’sı, Karadeniz’i, Marmara’sı, ortası, doğusu kendine gelmiş yeniden...
Ülkem pandemi sonu bayramını kutluyor...
*
Söyleyen Sezen...
Bütün Türkiye’nin sesi...
Hepimizin ritmi...
Topumuzun öfkesinin, hüznünün, neşesinin, her türlü halinin, melaninin müziği...
*
Dün gece durmadan dinledim...
Kendimi sokaklarda, eğlenen neşeli evlerde buldum...
Hayalimde de olsa, ülkemin sokaklarının o harika Akdeniz neşesi yerine geldi...
Onunla birlikte içimde kalıp da söyleyemediğim her şeyi de feryat eder gibi haykırdım...
*
Bir de dedim ki...
Bu şarkı, Türkiye’nin ruhuna yapışmış her tür pandemi dönemini kapatıyor inşallah...
Öyle bir duygu işte...
*
Ve Sezen’e şu mesajı attım:
“Sezen yıkmışın yine düğün salonlarını, Kordon’un, Güzelyalı’nın, Karşıyaka’nın bütün ara sokaklarını. Gece yarılarından sonra Türkiye’nin bütün masalarının üstünü temizlemişsin, Herkes fırlamış o masaların üzerinde...”
*
Birazdan cevap geldi:
“Ertuğrul, azıcık içimiz açılsın istedim...”
İŞTE TÜRKİYE’Yİ BİR BAŞTAN ÖTEKİNE OYNATACAK SÖZLER
Bana sakın anlatmayın inanmıyorum
Bu ezbere bu demode cümlelere
Beni ikna edemiyor hiçbir cevap
Hiç aldırmıyorum bu gülmelere
Karşıyım her şeye karşıyım var mı
Rabbim adaletin bu kadar mı
Hadi versinler cezamı
Hür doğdum hür öleceğim
Ya efendisi olacağım kendi hayatımın
Ya bu yerden gideceğim
Yarı yolumda bırakan taş olsun
Aşk yoksa eğer imzan batsın
Karı kocalar boş olsun
Gelemem dolduruşa hepi topu üç kuruşuna
Tav olana bir daha kül yutmam
Dünya halini de anlar üzülürüm ama
Vallahi billahi kin tutmam
Karşıyım her her şeye karşıyım
Karşıyım alayına karşıyım var mı
Rabbim adaletin bu kadar mı.
Paylaş