Paylaş
Bebek Starbucks Kafe’deyim..
Karşımda genç bir adam oturuyor...
Boynuna dolanmış fuları ve giyimi ile insanın içini açan bir genç adam.
Yuvarlak gözlüklerinin arkasından sıcacık gözlerle bakıyor...
* * *
Karşımdaki genç adam Can Dündar’dı...
Bir gün önce buluşup akşam yemeği yiyecektik.
Rus uçağının düşürülmesi olayı patlayınca, ertesi güne erteledik.
O gülen yüzün arkasındaki bakışı hemen fark ettim.
“Abi Dilek’le sabaha kadar konuştuk. Uyuyamadım” dedi...
Hayrola deyince olayı anlattı.
“Bugün savcılıktan ifade için davet aldım. Yarın gideceğim...”
Hâlâ işin vahametini anlamış değildim...
“Avukatlarım, gelip evden almamalarını iyi bir işaret olarak görüyor, ama ben aynı görüşte değilim. Çok büyük bir ihtimalle tutuklama kararı çıkaracaklar. Galiba evlilik yıldönümümüzü kutlayamayacağız. Dilek’le bütün gece hayatımızın bundan sonrasını planladık.”
Hayretle bakıyorum, Can devam ediyor:
“Ağırlaştırılmış müebbetle suçlanıyorum. Girip de çıkmamak var...”
Can’la Türkiye’yi, dünyayı, sanatı, edebiyatı ve başka şeyleri konuşmak için buluşmuştum...
Her şey bir anda uçup gidiyor ve ülkemin en katı gerçeği ile karşı karşıya kalıyorum.
* * *
Bu arada belki de o duyguyla bakarken gözüm biraz ileride yan masada bizi izleyen genç bir adama takılıyor.
Orhan Kemal’ler, Aziz Nesin’ler ve onları her yerde izleyen polisler geliyor aklıma...
Belki hiç alakası olmayan bir insan...
Ama içime şüpheler düşmüş... Onda, Soğuk Savaş’ın 1940’ların, 50’lerin en dramatik sahnelerini görüyorum. Ertesi gün Antalya’dayken cep telefonuma bir kare düşüyor.
Can ve eşi Dilek yerde oturmuşlar...
Onlara destek vermek için giden arkadaşlarımızdan biri çekmiş...
Adliye koridorunda evlilik yıldönümünü kutluyorlar...
* * *
Yine Nâzım’lar geliyor aklıma... Orhan Kemal’ler, Aziz Nesin’ler, Çetin Altan’lar, İlhan Abi’ler, Mümtaz Hoca’lar...
Kim bilir kaç aydın nesli, kaç yazar, gazeteci kuşağı yaşadı bunları...
Bunları düşündüm, geriye döndüm ve Can’ı ilk tanıdığım yıl geldi gözümün önüne...
DOKTORALI VE KULAĞI KÜPELİ GAZETECİ KUŞAĞININ İLK NESLİ
CAN’ı 1987 yılında Hürriyet Ankara Temsilciliği yaptığım yıl tanıdım.
26 yaşında genç bir gazeteciydi. Benim mezun olduğum Siyasal Bilgiler Basın ve Yayın Yüksekokulu’dan mezundu.
Daha sonra London School of Journalism’i bitirmiş, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde master ve doktora yapmıştı.
Türk medyasının belki de kulağına küpe takan ilk erkek gazetecisiydi.
Uzun saçları ile cin gibi bir çocuktu...
Kendimin Paris’teki halini görmüş, hemen ısınmıştım ona.
TRT’de çok sevdiğim arkadaşım Seynan Levent’le çalışmaya başladı...
Mehmet Ali Birand ekolüne girdi...
Sonra çok büyük gazetecilik işlerine imza attı... Harika kitaplar yazdı... Belgeseller hazırladı...
Ama bende kalan onun hep insani kişiliği, duygusallığı, romantizmi, insanları seven tarafı, hakarete hiç tenezzül etmeyen karakteri ve birey olarak hep demokrat bir çizgide duruşu oldu.
Eminim iktidarı destekleyen birçok insan da bu tutuklamadan çok üzüntü duymuştur.
Ama öfkeli bir kesimi var ki, onlara Can’ın hiç değişmeyen özelliğini anlatmak isterim.
SANIYORDUM Kİ ALACAĞIZ KAZMA-KÜREĞİ YIKACAĞIZ O SİLİVRİ’Yİ BAŞLARINA
AKP’li makul kardeşim...
Can Dündar’ı bana bir cümle ile tarif et dersen, şunu söylerim.
“Hayatını askeri darbeler ve askeri vesayete karşı direnmekle geçirmiş gazeteci...”
Hiç taviz vermemiştir demokrasiye ve seçilmişlere olan inancından...
Hayatı boyunca zalimin değil, hep mazlumun yanında olmuştur Can...
Türbanlı kızlar üniversiteye alınmazken, en büyük mücadeleyi verenlerden biridir o...
Silivri’ye gidenlerin yüzde 90’ı ondan hiç hazzetmezdi... Ama Silivri’de işlenen hukuk cinayetlerine, şimdi sizin “Paralelci” diye yerden yere vurduğunuz kişilerin vicdansızlıklarına karşı en büyük mücadeleyi verenlerden biri de o olmuştur.
Silivri’de o haklı çıktı...
Şimdi oldu mu bu çocuğu aynı Silivri’ye göndermek...
Oysa sanırdım ki, hepimiz hep birlikte alacağız kazmayı küreği elimize ve sileceğiz o Silivri denen Türk işkence Gulag’ını tarihten ve zihnimizden...
Tam aksine şimdi Silivri’ye yine bir fecaat abidesi dikmeye hazırlanıyoruz.
SADECE AŞK VE SEVGİ OLUNCA
FRANSA dün IŞİD katliamında ölen vatandaşlarını andı. Çalınan şarkılardan biri Jacques Brel’in en sevdiğim şarkısıydı.
“Quand on a que l’amour..”
Yani, “Sadece aşk kaldıysa...”
Kaybedilen insanları sevgiyle anmak ne harika bir şey... Kaybettiklerini sevgiyle anan insanlar, yaşayanlara da sevgiyle sarılır...
Bugünlerde en çok ihtiyacımız olan duygu...
AKP’Lİ MAKUL KARDEŞİM UNUT BİR AN İÇİN ÖFKENİ, GEL BİRLİKTE DÜŞÜNELİM
BİLİYORUM, aynı birinci Silivri olayındaki cümleler yeniden çıkacak önümüze...
“Biz değil, adalet...”
Emin olun, kendinizden başka kimse inanmayacak bu sözlere...
Diyecekler ki...
“Türkiye’de gazeteciler zindanlara atılıyor..”
Daha vahimi var...
Herkes bakacak... Uluslararası ünü olan bu gazeteci ile Cumhuriyet’in Ankara Temsilcisi Erdem Gül neden içeri atıldı?
Görecekler ki, TIR baskınlarını haber yaptıkları için müebbet hapisle yargılanıyorlar.
Dünya basını TIR olaylarının üzerinde fazla durmamıştı...
Ama emin olun ki bu hapis cezasından sonra bakacaklar o dosyalara yeniden...
Nasıl mı yansıtacaklar...
Ben söylemeyeyim... Kendiniz rahatlıkla bulursunuz. Ülkemiz, sınırlarına yapılan tecavüze haklı bir cevap verdi...
Şimdi bu cevabı dünya kamuoyu önünde hep birlikte savunmalıyız.
Batı’yı, büyük demokrasileri kazanmalıyız...
Ama emin olun, bu olay çok aleyhimize olacak...
Yeni bir Silivri faciası ile ülkemizin imajını yerle bir etmeyelim, şu çok zor günlerimizde tamiri çok güç bir hata yapmayalım.
SAYIN CUMHURBAŞKANI BANA NE KADAR KIZARSANIZ KIZIN AMA LÜTFEN ŞU SÖZÜME KULAK VERİN
SİZ bir şiir okudunuz, 3.5 ay hapis yattınız...
İçinizde çok derin iz bıraktı bu hapis...
Haklıydınız...
Belki o dönemde size yeterince destek vermedik... Biz hatalıydık...
Ama bu gazeteci de, bir haber yaptı diye, iki defa ağırlaştırılmış müebbetle yargılanacak...
Silivri’de yapılan yanlışlıkları, insanlara yapılan zulmü, haksızlıkları hep birlikte yaşadık...
Eminim, sonradan siz de çok üzüldünüz buna...
Lütfen yeni bir Silivri faciasına yol açmayalım...
Zor günler geçiriyoruz...
Belki de bir savaşın eşiğindeyiz...
Zor günler birlikle aşılır...
Tek yürekle aşılır...
Tek yürek ise vicdan dediğimiz o güzel duygunun hepimizin içinde yer etmesiyle sağlanabilir...
Paylaş