Paylaş
İstanbul’u kimin yöneteceğine mi karar vereceğiz?
Yoksa Türkiye’yi kimin yöneteceğine mi?
*
Sorunun cevabı açık...
İstanbul’u kimin yöneteceğine...
*
Ama öyle görünüyor ki, bazılarımızın kafasında sanki 23 Haziran günü Türkiye’nin rejimini değiştirecek bir oylama olacakmış gibi esintiler var...
Bir kere bu yanlış fikri kafamızdan çıkaralım.
Biz 23 Haziran günü tek oy vereceğiz...
Ve sandıktan Ekrem İmamoğlu veya Binali Yıldırım çıkacak...
*
Ben şahsen bu seçime, bunu aşan hiçbir şey atfetmiyorum...
Eğer ülkemizin normalleşmesini istiyorsak, sandığa bu düşünce ile gitmeliyiz...
*
Sorunun makul cevabı bu ise, ikinci soruya geçelim...
İstanbul belediye başkanı seçilecekse, bu yarış kimler arasında geçmelidir?
Hadi gelin öyleyse bunu da ikinci bir yazıda konuşalım.
‘DEVLET-PARTİ-BAŞKAN’ BİR TARAFTA, EKREM BİR TARAFTA
İstanbul’a belediye başkanı seçiyorsak, yarışın kimler arasında geçmesi gerekir sorusunu sormak da abes...
Tabii ki Ekrem İmamoğlu ile Binali Yıldırım arasında geçmelidir.
*
Ama ‘cumhur ittifakı’ndan gelen esintiler hiç öyle olmayacağını gösteriyor..
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli “Mitilini İstanbul’a atacağını” açıkladı...
AK Parti kanadında önceki gün yapılan Erdoğan-Albayrak-Soylu zirvesindan sızanlara bakılırsa, Cumhurbaşkanı bütün ağırlığını koyacak.
*
İletişimci olarak diyorum ki...
Bir tarafta tek başına genç bir aday...
Karşısında bütün gücüyle abanmış bir devlet aygıtı görüntüsü yanlış bir görüntü...
*
Çünkü böyle bir görüntü İmamoğlu kaybetse bile ‘cumhur ittifakı’nın kazandığı etkisi yaratmayacak.
*
Amaa...
Bir de İmamoğlu’nun yeniden kazanma ihtimali var ki...
Cumhurbaşkanı ve AKP’nin bunu çok iyi düşünmesi lazım.
Çünkü gencecik bir insanın, tek başına bütün bir parti-devlet aygıtını yenmesi ister istemez kafalarda artık bu rejimi “topal ördek” durumuna düşürecektir.
Bu da önümüzdeki 4 seçimsiz yılı olumsuz etkileyebilir.
*
Bence Cumhurbaşkanı bunu düşünerek, 23 Haziran’a kadar parti genel başkanı şapkasını çok sık takmazsa hem kendi, hem Türkiye açısından çok daha iyi sonuç getirecek bir strateji izlemiş olur.
BU SEÇİMDE BÖLEN DEĞİL BİRLEŞTİREN KAZANACAK
Türkiye’de yeni bir dip dalga kabarmıştır...
Halk kavga değil, huzur istemektedir.
Üç-beş yıl öncesine kadar kutuplaştırma, AKP için oyları sağlama almak anlamına geliyordu. Artık gelmiyor...
İnsanlar kutuplaştırıcı söylemden yoruldular.
İşte bu nedenle iddia ediyorum ki...
Bu seçimde bölen değil, birleştiren kazanacaktır.
Yani kırık kalpleri, yorgun yürekleri, bıkmış ruhları birleştiren kimse...
Hangi genç ve yeni söylemse...
İşte o kazanacaktır.
‘HER ŞEY GÜZEL OLACAK’ DEMEYEN SANATÇILAR
NE karaktermiş yahu...
Bir kesime bakıyorum...
“Her şey güzel olacak” diyen sanatçıların çetelesini tutmuş, o dolma gibi parmağını o insanların gözüne sokuyor...
Arkasını güce dayamış ya...
Nasılsa polis, adalet benim yanımda diyor ya...
Tehdit üstüne tehdit...
*
İyi de karşı kesim durur mu...
Baktım onlar da anında “Her şey güzel olacak” demeyen sanatçıların çetelesini tutmuş...
*
Beyler, arkadaşlar...
Anayasamızın 25’inci maddesi ne diyor:
“Kimse inanç ve görüşünü açıklamaya zorlanamaz...”
PARİS’TE YAŞADIĞIM ODA MERCURE HOTEL OLMUŞ
Tansu’yla üç gündür Paris’teydik...
Öğrenciyken yaşadığımız mahalleleri tek tek yeniden dolaştık.
*
1970’te ilk gittiğimizde oturduğumuz Rue Dobropol aynen duruyordu.
*
İkinci oturduğumuz Sorbonne Sokağı’ndaki Sorbonne öğrenci oteli artık Mercure Hotel grubuna geçmiş.
*
Üçüncü oturduğumuz yer ise Hotel de la Loire’dı.
Sommerard Sokağı’ndaki otel yıllık olarak daha çok öğrencilere kiralanırdı.
*
O otelde çok Pink Floyd, Crosby Stills and Nash, Bob Dylan, Serge Reggiani, Leo Ferre dinlemiştim.
*
Benim için başka bir anlamı daha vardı o otelin.
Rahmetli Ahmet Taner Kışlalı’nın da kaldığı oteldi.
*
Orayı da Mercure Hoteli almış ve yenilemiş...
Altındaki o harika Ermeni’nin lokantası kapanmış.
*
Otelin karşısındaki kaldırımda uzun süre oturdum.
Üçüncü katta soldaki pencereye uzun uzun baktım.
Gençliğimin güzel bir parçası orada yatıyordu.
Ama yıllar hem benim hem de mahallemin üzerinden epey geçmiş...
BULUTLU KENTİN CENNETTEKİ KUŞU
PARİS’in hemen her yeri “Paradis Latin” müzikholünün yeni oyununun afişleriyle doluydu.
Bir afişin şehri ne kadar güzel, iç açıcı ve eğlenceli yapabileceğini bir kere daha gördüm.
Hele hele aşırı erkek ve maço seçim afişlerinin saldırısı altında bitap düşmüş bir şehirden geliyorsanız...
Bir şehrin “aşk hikâyesini” seyretmenin daha keyifli hallerini de görebiliyorsunuz.
Paylaş