Paylaş
Siyasetin sosuydu. Etkileme sanatının şahikası, siyasi nutukların aruz vezniydi.
Anladık... Hatta kabul ettik.
Başbakan bu sanatı çok iyi biliyordu.
Onunla birlikte biz de bu “belagat şehvetinin” girdabına kapılıp gittik.
***
Şehvet çıtayı yükseltti...
“Benim polisim, benim yargıcım” dedi...
Eyvallah dedik.
Sıra “dindar nesle” geldi, daha eyvallah demeden şehvet doruğuna çıktı ve “kindar nesil” dedi.
Bu sözlerin arkasında, yeni neslin bir evladının ötekine kin ve nefret dolu duygularla yetiştirilmesi arzusunun yattığını bile doğru dürüst tartışamadık.
***
Öyle bir şehvet ki, dur durak bilmedi. Her gün çıtayı biraz daha arşıâlâya çıkardı.
Ülkenin yüzde 49 küsuruna “öz evlat” dedi, yüzde 50 küsurunun adını koymaya bile tenezzül etmedi.
Önce yutkunduk, sonra yuttuk, bir türlü tüküremedik...
***
O belagat şehveti, şimdi belagat tecavüzü noktasına geldi ve tarihinde ilk defa bir Türkiye Başbakanı, “istiklal savaşı” başlattı...
Hatta bu şehveti, “istiklal savaşı” deyimi bile kesmedi, “İstiklal savaşı mücadelesi” dedi.
***
Sözlüklere baktım. İstiklal kelimesinin karşısında şu yazıyor:
“Bağımsızlık...”
Bu durumda Türkiye işgal altında demektir...
Sanırsınız ki, yabancı güçler topraklarımıza girmiş, camilerinde ezan susmuş, minarelerin süngüsü düşmüş...
***
İyi ama bu ülkede 11 yıldır iktidarda “Devlet benim” diyen bir lider oturmuyor mu?
Üstelik öyle bir lider ki, bırakın kendi ülkesine başkalarının müdahelesini, o, bizzat kendisi, yakın veya uzak ne kadar komşu varsa, sokağına elini sokmuş, liderlerine, siyasetçilerine her gün zılgıt çekiyor, nizam veriyor...
Sonra bir sağınıza bakarsınız, bir solunuza... “Kimdir bu işgalci” diye sorarsınız, kendinizden başka kimseyi göremezsiniz.
O zaman ister istemez sorarsınız...
Öyleyse, kim kime karşı “İstiklal savaşı mücadelesi” verecek Allah aşkına...
Her şeyi seçimde alınan oyla izah ettiğine göre, cevabı şu:
“Ülkenin öz evlatları, öz olmayanlara karşı verecek...”
***
Beyler, böyle bir savaşın adı “istiklal savaşı” değil, “içsavaş”tır...
İstiklal savaşında düşman ülkeden kovulur... Burada savaşı kim kazanacak, kimi kovacak?
Savaşı kaybeden ne olacak?
Savaş esiri mi...
***
Belagat şehveti, savaş belagatine dönüştü. Kürtlerle barışalım derken, kendi kendimize karşı “istiklal savaşı” başlatıyoruz.
Yok mudur bu ülkede böylesine ağır bir mantıksızlığı önleyecek sağduyu...
Mantıksız bir istiklal savaşı yerine, şerefli bir iç barışı aramak çok daha akıllıca bir hareket olmaz mı...
Hiç olmazsa, akıl kazanır, demokrasi kazanır, hepimiz kazanırız...
Türkiye kazanır.
En şerefli istiklal savaşı, gerçek bir toplumsal barıştır...
Bunlarda anlaşılırsa milli seferberlik ruhu oluşur
ÖYLE bir başdanışman ki...
Birçok görevi ve bu arada iki adı var.
Biri kendi adı, öteki takma adı.
Her iki adıyla, iki ayrı gazetede yazı yazıyor.
O, Başbakan’ın başdanışmanı.
Son 4 yılın belki de Başbakan’dan sonra en muktedir insanı...
Bakın birer gün arayla iki ayrı adıyla yazdığı yazılarda ne diyor:
DİYOR Kİ: “Güç zehirlenmesi ve gayrimeşru yöntemlere savrulmak, masum gibi görünen oluşumların çok farklı yapılara dönüşmesine sebep olabilir.”
Vay canına... “Güç zehirlenmesi.. ha”
DİYORUM Kİ: Demek ki çok kötü bir şeymiş...
Samimiysek ve anladıysak, iyi yoldayız demektir.
***
DİYOR Kİ: “Kayıt dışı istihbarat, kayıt dışı operasyon, kayıt dışı yapılanma öncelikle hukuk devleti için tehdittir.”
DİYORUM Kİ: Vay canına illegal dinlemeler, sabah baskınları, çok kötü bir şeymiş...
Samimiysek ve anladıysak, iyi yoldayız demektir.
***
DİYOR Kİ: “‘Amaca ulaşmak için her yol mubahtır’ diye düşünenler, aracı amaç haline getiren sakat bir yaklaşım üretirler.”
DİYORUM Kİ: Vay canına demek ki, Ergenekon, Balyoz, Odatv davalarındaki fabrikasyon yöntemler feci bir şeymiş.
Samimiysek ve anladıysak, doğru yoldayız demektir.
***
DİYOR Kİ: “Korku salmak bu yapıların en temel motivasyon kaynağıdır.”
DİYORUM Kİ: Vay canına “korku imparatorluğu” Başbakan’ın çevresini de etkisi altına almış.
Samimiysek ve korku salmanın ne kadar kötü bir şey olduğunu siz de anladıysanız, doğru yoldayız demektir.
***
DİYOR Kİ: “Türkiye’nin milli ordusuna kumpas kurulmuştur.”
Vay canına, demek ki Silivri davalarında birçok Türk subayına yapılan haksızlıklar bir “kumpasmış”.
Samimiysek, bu kumpası söyleyenlere artık “Darbeci”, “Ergenekoncu” damgası yapıştırmıyorsanız, iyi yoldayız demektir.
O ZAMAN HEPİMİZ
DERİZ Kİ:
Madem çetelere karşı bir “istiklal savaşından” söz ediliyor, bu ilkeler üzerinde uzlaşmak, gerçek, çoğulcu ve demokratik kontrol mekanizmaları çalışan bir sistem için milli seferberlik ruhu bile oluşturabilir.
Yeter ki bundan böyle kimse devletin polisine “Benim polisim”, devletin hâkimi, savcısına “Benim yargım” gözüyle bakmasın.
Daha açık yazayım.
Gülen Cemaati, polis ve yargının içinden elini çeksin...
Erdoğan Cemaati de, bu tek adamlık ve otoriterlik psikolojisinden arınsın. Daha da açık yazayım.
Ne “Gülenizm”, ne “Tayyipizm” olsun...
Yeni Türkiye ancak böyle kurulur...
Sarı ampul aydınlatamıyorsa amblemi led ışığa mı çevirmeli
DÜN 28 Şubat döneminde Hürriyet’in yayınladığı yolsuzluk olaylarının listesini vermiştim.
Bazı arkadaşlarım telefon edip atladığım yolsuzluk skandallarını hatırlattılar.
Muharrem Sarıkaya: Örtülü ödenekten harcanan 500 bin liranın belgesini yayınlamıştı.
Saygı Öztürk: ÖSS’de çalınan soruları önceden haber almış ve sınavı iptal ettirmişti.
Uğur Dündar: Selim Edes olayında rüşvetin belgesini bulmuştu.
O dönemde Cumhuriyet gazetesinde çalışan Dürdane Kırçuval aradı ve Meclis’teki deri koltuk skandalı ile ilgili sahte Danıştay raporu düzenlendiğini kendisinin ortaya çıkardığını, bununla
Bülent Dikmener ödülünü kazandığını söyledi.
Ne “karanlık dönemmiş” bu 28 Şubat...
Bütün yolsuzluklar “aydınlanmış”...
Bugün “sarı ampul” hiçbir şeyi aydınlatmıyorsa...
Acaba AK Parti amblemini led ışığa mı çevirmek lazım...
Paylaş