TARTIŞMAMIZ, hem de çok ciddi biçimde tartışmamız gereken soru şu:
"Türkiye Malezya olur mu?"
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan "Kadınlar korkmasın" diyor.
Buna karşılık, tarafsızlığından kimsenin şüphe duymadığı Şerif Mardin, "Kadınlar geleceklerinden korkmaya devam etmeli" diyor.
Hangisine güveneceğiz?
Siyasilere mi? Bilim adamına mı?
Madem ortada sosyal açıdan mahkemelik bir durum var.
O zaman yargıya gidelim.
Yüksek yargı mensupları da "Kadınlar korkmalı" diyor.
* * *
Şerif Mardin gibi ben de türbanın üniversitelerde serbest bırakılmasından yanaydım.
Ama 22 Temmuz seçiminden sonra gözlediğim "Bolşevik görgüsüzlüğü" kafamda şüphelerin doğmasına yol açıyor.
O zaman kendi kendime şunu soruyorum.
Acaba ben çok saf mıyım?
Çünkü şu şüphe içimde giderek güçleniyor.
Türban serbest bırakıldığı takdirde, Anadolu üniversitelerinde türbansız kızların mahalle baskısına nasıl direnebileceğini biliyor muyuz?
İşte bu noktada Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın sözü kulaklarımızda çınlıyor.
İyi ama, onlara ne kadar güvenebiliriz?
Hele hele seçim meydanlarında verilen "uzlaşma" sözünün, ikinci gün unutulduğu gibi bir hatıra hafızamızdayken.
* * *
Yine de devletin en tepesindeki iki insana güvenmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Ama beni korkutan, zaten onların tavrı değil.
Şerif Mardin gibi ben de, onları bile aşabilecek bir "mahalle ikliminden" korkuyorum.
İsterseniz daha açıkça söyleyeyim.
Yarın bu şehirlerde türban muhafızlığı yapacak "Ogün"lerin, "Yasin"lerinortaya çıkmasından korkuyorum.
Bakın o "ulusalcı" mahalle ortamı bizi bugün nerelere getirdi.
Vatandaşlarımıza yönelmiş cinayetleri öven şarkılar yazılıyor, daha da vahimi, bu gayri insani tutum, bir baro başkanından bile destek bulabiliyor.
Hadi bakayım, bir siyasi lider, bir başbakan, bir cumhurbaşkanı çıkıp bunu önlesin...
Sosyal iklim böyle bir şeydir. Siz bir seçim başarısını "Anadolu ihtilali", "İkinci Cumhuriyet’in zaferi", "İnanan halkın devrimi" gibi sunmaya kalkar, iktidar yanlısı yazarlarınız bunun etrafında tamtam çalıp, zafer ayinleri yapmaya başlarsa, sessiz bir faşizmin ayak sesleri de duyulmaya başlar.
AKP tezlerine yakın bir bilim adamı dostum geçen günkü yazım üzerine bir not göndermiş.
"Akıl tutulması muhafazakár kesime sıçradı. Bütün dinler tarihi böyle sıradan faşizm örnekleriyle doludur. Anonim dincilik demokrasinin en büyük düşmanıdır. Asıl tehlike muhafazakárların bu tehlikeyi ciddiye almamasıdır. Oysa o darbe asıl AKP gibi ılımlı Müslümanları vurur."
Günlerdir bu tehlikeye dikkati çekmeye çalışıyorum.
Darbe dediğim şey budur ve bu askeri darbeden çok daha tehlikeli bir şeydir.
Çünkü bu hareket önce Gül-Erdoğan ikilisini Kerenski’ye çevirir.
Sonra da toplumu en az 70 yıl süründürecek bir "dini Bolşevizm"e götürür.
* * *
Üç gündür Washington’daydım.
Arkamdan yazılanlara bakıyorum ve inanamıyorum.
Utanmadan, benim darbe çağrısı yaptığımı yazıyorlar.
İnsanın bunu söylemesi için ya zeká özürlü olması gerekir.
Ya da çok kötü bir insan...
Veya bunları yazanlar da gelmekte olan bu sivil faşist darbenin henüz siyah gömleklerini gardıroptan çıkarmamış şehir kadrosu.
Acaba hangisi...
Bunları yazan insanların zekásından hiç şüphem yok.