Paylaş
Eller ve ayakların üretici diye yüceltildiği, özgür kafanın ise her tür ideoloji ve inanç tarafından tehlike sayıldığı dönemlerdi...
*
Ankaralı yazarların, öğretim üyelerinin, aydınlarının evlerinin duvarlarına, Türk ressamlarının satın alabildikleri tablolarını astığı günlerdi aynı zamanda...
*
Biz, yani ben ve benim gibi bazılarımız, biraz burnumuzdan kıl aldırmadığımız yaşlarımızdaydık...
*
Eh ne de olsa, biraz Paris’ten yeni dönmüşlüğümüz vardı...
Marcuse, Foucault, Derrida, McLuhan, Levi-Strauss falan, işte onların semtlerinde dolaşıyorduk...
*
Tabiatıyla küçümsüyorduk Balaban’ın tablolarını...
Köylü buluyorduk... Primitif dersek bir sanat akımına sokarız diye, “İptidai” diyorduk...
*
Anlayacağınız, hoyrattık insanlara karşı... Epey hoyrattık... Kestiğimiz en büyük ceza da görmezden gelmekti...
*
Bıyık da bırakmıştık ve onun altına kondurduğumuz incecik bir çizgi halindeki istihzanın, aslında adı konmamış bir kibir olduğunu da fark edemiyorduk.
*
Sonra yıllar geçti...
Geçen yıllar, benim gençlik hastalıklarımı da aldı götürdü...
Kibir bizim gibi seçkinci azınlıklardan, çoğunlukçu popülistlere geçti...
O hoyratlığı attım üstümden...
*
Ukalalıkla yoldaşlık yapan kibir gidince de hafifledim, özgürleştim... Bir başka gözle bakmaya başladım Balaban’a ve tablolarına...
Bazı tablolarındaki kalabalık içinde Bruegel’i bile görür gibi oldum.
Bazı tablolarına bakarken, kendimi şunları mırıldarken bulmaya başladım:
“Bizim Balabanımızın Diego Rivera’dan, David Alfaro Siqueiros’dan, Fernando Botero’dan ne farkı var ki...”
*
İbrahim Balaban’ı pazar günü kaybettik... Sessiz bir insan olarak yaşadı, bir hastane odasında aynı sessizlikle veda etti bize...
*
Türkiye’nin en özgün ressamlarından biriydi... Sadece Türkiye’nin değil, dünyanın en ünlü müzelerinin duvarlarını hak eden bir özgünlüktü bu.
*
Ve ne yazık ki ben...
Şu gençlik hastalıklarını geç tedavi edebilmiş biçare...
Bu büyük Türk sanatçısını çok geç buldum, çok erken kaybettim...
Ama hiç unutmayacağım...
*
Ve Nazım Alpman’a da bu büyük sanatçının ölümünü bize duyurduğu için teşekkür ederim.
BİZİ KİM BAŞTAN ÇIKARIR RABBİMİZ Mİ, ŞEYTAN MI
PAPA Francis, geçen hafta sonunda Katolik âleminin en önemli dualarında birinin İngilizcesini değiştirtti.
*
- Noel ayinlerinde okunan duanın İngilizcesinde bugüne kadar Türkçe çevirisiyle şöyle deniyordu:
“Yüce Tanrım, bizim baştan çıkmamıza öncülük etme...”
- Duanın yeni halinin çevirisi ise şöyle oldu:
“Yüce Tanrım, baştan çıkarılmamıza izin verme...”
*
Papa bu cümlenin değiştirilmesini şu gerekçeyle istemiş:
“İlk halinde sanki baştan çıkarılmamıza, günaha girmemize Efendimiz öncülük ediyormuş gibi bir anlam vardı. Bizi Tanrı değil şeytan baştan çıkarır...”
*
Yani bizim açımızdan durum şöyle:
- Duanın birinci tercümesine göre “Tanrı baştan çıkarılmanıza öncülük etmiş”...
- İkinci ve yeni haline göre ise zaten sizi şeytan, baştan çıkarmış...
*
Yani arkadaşlar eğer günah işlemişseniz, baştan çıkarılmışsanız, her iki çeviriye göre de bu sizin suçunuz veya günahınız değil.
İyi de... Günah bize ait değilse neden sonunda bizim hesabımıza yazılıyor...
*
Bu işte biz kullar için biraz haksızlık yok mu...
NEVADA ÇÖLLERİNDE 26 BİN MUSTANG VAR
HAYATIMDA ilk Mustang arabayı, İzmir’de lise üçüncü sınıfta okurken Alsancak semtinde gördüm.
1965 yılının ilk aylarıydı.
*
“Tasarım” kavramını hayatıma sokan ilk nesneydi Mustang...
Yarım saate yakın arabanın etrafında dolaşmış, hayranlıkla seyretmiştim.
*
Üzerinde metal kabartma ile dörtnala koşan bir at deseni vardı, ama bunun “Mustang” kelimesi ile ilgisini hiç düşünmemiştim.
Yıllar sonra bu kelimenin “yabani at” anlamına geldiğini öğrenmiştim.
Ama benim için “Mustang” hâlâ bir araba markasıydı.
*
Geçen cumartesi günü Nevada Çölü’nde, Polaris bir araba ile “Razor” turu yaptım.
İki saat boyunca çölde kaktüsler ve joshua (yuşa) ağaçları arasında dolaştık.
Ve hayatımda ilk defa vahşi atları gördüm.
Çölün ortasında dolaşıyorlardı.
*
Nevada’da 30 bine yakın yabani atın bulunduğu tahmin ediliyor.
Türkiye’den gelen biri olarak bana çok ilginç geldi.
ARTİSTLER MAHALLESİNDE SİGARA SATIŞI YASAKLANDI
GEÇEN hafta biz Türkiye’de uyurken, dünyanın öbür ucunda çok önemli bir devrim gerçekleşti. Los Angeles’ta daha çok Hollywood artistlerinin oturduğu Beverly Hills bölgesinin belediye meclisi bölgede sigara satışını yasakladı.
Üstelik meclis bu kararı oybirliğiyle aldı.
*
2021 yılından itibaren Beverly Hills bölgesinde ne bakkallarda, ne bayilerde, ne alışveriş merkezlerinde, ne de benzin istasyonlarında sigara satılacak. Yasağa e-sigaralar ve aromalı bitki sigaraları da dahil.
*
Sadece iki yerde sigara satışına izin verilecek. Şehre çok sayıda ünlü yabancı geldiği için otel konsiyerjleri ve bölgedeki 3 sigara kulübü sigara satabilecek.
*
Şunu bilmemizde de yarar var.
Burada öyle büyük bir sigara içme sorunu yok. California, Utah’tan sonra Amerika’nın en az sigara içilen ikinci eyaleti.
Buna rağmen bu kararı aldılar.
KATILAMADIM AMA GÖNÜLDEN DESTEKLİYORUM
GEÇEN hafta Lady Gaga konseri için Las Vegas’tayken Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’dan bir davetiye aldım.
Cumhurbaşkanı’nın eşi Emine Erdoğan bir süredir “Sıfır Atık” projesi kapsamında çok güzel çalışmalar yapıyor. Bu projeyi sadece Türkiye’de değil bütün dünyada anlatıyor.
Dün İstanbul’da “Sıfır Atık” projesinin ilk ayağı atılıyordu.
Ben de bu projeyi gönülden destekliyorum.
Almanya’da Yeşiller hareketinin son seçimde elde ettiği başarı, bu tür çevreci projelerin artık gelişmiş ülkelerde ana akım siyaset haline geldiğini gösteriyor.
Yurtdışında olduğum için katılamadım. Ama kalbim onlarla birlikteydi.
Paylaş