Paylaş
Daha doğrusu nasıl sığar?
Şu isimlere bir bakın:
“Julie Christie, Brigitte Bardot, Madonna, Princes Margareth, Cher, Vivien Leigh, Jane Fonda, Catherine Deneuve, Barbra Streisand, Jackie Kennedy Onasis, Goldie Hawn, Diane Keaton, Maria Callas, Natalie Wood, Britt Ekland, Emmanuele filmininin aktristi Slyvia Kristel...”
Neredeyse 20’nci yüzyılın efsane kadınlarının yarısı bu listede.
Bu kadar efsane kadın bir erkeğin hayatına nasıl sığabilir?
Efsane bir kadın için, böyle bir erkeğin hayatının bir günü veya birkaçı ayı olmak ne anlama gelir?
İnsanın inanası gelmiyor değil mi.
Bu kadınların hepsi, Warren Beatty’nin dağınık yatağını paylaşmış.
Bir gün Woody Allen’a sormuşlar:
“Bir dahaki hayatında ne olmak isterdin?”
Cevabı şu olmuş:
“Warren Beatty’nin parmak uçları...”
Demek ki Woody Allen gibi bir erkeğin bile o olağanüstü bilincinin altında o parmaklar var.
* * *
Başucu kitaplarımdan biri, Kazanova’nın 10 ciltlik hatıralarıdır.
Yanlış anlamayın, rol modeli
olduğu için falan değil.
Tamamen meraktan.
Kadından kadına koşan bir erkeğin psikolojisi, hayata, kadınlara bakışı merakımı çekiyor.
“Hollywood Hellraisers” (*) adlı kitabı okumaya başlayınca, Kazanova’nın hatıralarını bıraktım.
Çünkü kitap, yıllardır çok merakımı çeken 4 erkeğin hayatını anlatıyordu.
Marlon Brando, Dennis Hopper, Warren Beatty ve Jack Nicholson...
Dört erkek ve 4 acayip ego...
Kadınlarla 4 ayrı tip ilişki biçimi, 4 farklı üslup.
Bu 4 erkekten hangisi 20’nci yüzyılın Kazanova’sıdır diye sorarsanız, benim cevabım Warren Beatty’dir.
Bir arkadaşı bakın onun hakkında ne diyor:
“Warren bir gün bana önemli bir karar aldığını söyledi: ‘Ya önüme gelen kadınla yatacağım ya da siyasetçi olacağım. Bir tercih yaptım. Önüme gelen kadınla yatacağım.”
Oysa lise yıllarında arkadaşlarına şunu söylüyormuş:
“Ben yattığım ilk kızla evleneceğim ve hayatımın sonuna kadar onunla birlikte olacağım.”
Bir de, çocuk yapmak için evleneceğini ve baba olmanın egosunu tatmin edeceğini söylüyormuş.
Bunun büyük bir yalan olduğunu keşfetmesi için 40 yıl geçmesi gerekmiş.
Jack Nicholson 70’ine geldiğinde hatıralarını yazmayı düşündüğünü açıklamış.
İlk cümlesi de şu olacakmış:
“Bana öyle geliyor ki, hayatım uzun bir cinsel fanteziden ibaretti...”
* * *
Son zamanlarda düşünüyorum.
Hayat her erkek için uzun bir cinsel fantezi midir?
Döneminin neredeyse bütün efsane kadınları ile yatan bir erkek, dünyanın en mutlu insanı mıdır?
Bazıları için evet, bazıları için hayır.
Son zamanlarda Hollywood’un yeni erkeklerini seyrediyorum ve kendi kendime soruyorum.
Acaba 70’lerini geçmiş bu eski tüfek “Hollywood danalarının” dönemi kapanıyor mu?
Mesela Johnny Depp’e bakıyorum.
Vanesa Paradis ile Fransa’da bir çiftlikte, çoluk çocuk içinde sakin bir hayat yaşıyor.
Dünyada milyonlarca kadının çılgınca arzuladığı bir erkek düşünün ki, Warren Beatty ve Jack Nicholson’unki gibi bir hayat ona hiçbir şey demiyor.
Biri bir tek kadınla mutlu oluyor.
Biri bütün hayatını bir kadınla geçiriyor, ama mutlu olamıyor.
Bir başkası binlerce kadınla birlikte oluyor ve “Hayatım bir cinsel fanteziden ibaret” diyor.
Üstelik de bütün dünyaya, hayatının her anında mutlu bir erkek görüntüsü veriyor.
Ama bir başka erkek daha var.
Hayatına, bir yüzyılın efsane kadınları giriyor, her sabah arkasında başka bir dağınık yatak bırakıyor.
Ama mutlu mu?
Sonunda bütün Kazanova’lar gibi bir kadın çıkıyor ve o zapt edilmez egoyu, o dağınık yatağı fethediyor.
10 ciltlik Kazanova hatıratının hülasası işte budur.
* * *
Bu nasıl bir şeydir?
Erkeklerle kadınların başka gezegenlerden geldiğini öğrendik.
Şimdi sıra bazı erkeklerin de başka gezegenlerden geldiğini öğrenmekte mi?
Hayat hepimize bir veya birden fazla kadın dersi verdiğine göre, artık her birimizin gerçek gezegenini öğrenme zamanı da geldi demektir.
(*) Robert Sellers: “Hollywood Hellraisers”, Arrow Boks, 2009
Paylaş