BİR dolunay gecesi daha bitti. Sabah kahvesinin ilk yudumu, yavaş yavaş zihnime yayılıp beni, şeyhinin dizleri önünde bir müride çevirirken yine o küçük muhasebeler başlıyor.
Son bilançoyu altı-yedi yıl önce çıkarmıştım.
Yine böyle bir sabah doğuyordu.
Karşımda Kilimanjaro Dağı duruyordu.
Kenya’nın Amboseli bölgesindeydik.
Neden bilmiyorum, sanki hayatımın bir döneminin bittiğini hissetmiştim.
* * *
Bu defa karşımda güney denizleri duruyor.
Volkanik kayalar üzerine inşa edilmiş bir evin terasında tek başıma oturuyorum.
Terasın ortasındaki havuz, aşağıdaki denizle sanki aynı seviyedeymiş gibi duruyor.
Yine benzer bir duygu.
Sanki bir şeyler bitiyor, yeni bir şeyler geliyor.
Oysa ne verilmiş bir randevum, ne de beklediğim biri var.
Bir his, randevusuz bir duygu tek başına çıkıp gelmiş, karşımda oturuyor.
Aşağıda okuyacaklarınız, bu beklenmeyen misafirle yapılmış hayali bir konuşmadır.
İnsanı bilinmeyen günahlara çağıran volkanik bir kaya üzerindeki hezeyanlar da diyebilirsiniz.
* * *
Mark Kurlansky’nin ‘1968: The Year That Rocked The World’ (Dünyayı Sallayan Yıl) adlı kitabında şöyle bir cümle var:
‘Tarihte 1968 gibi bir yıl hiç olmadı. Muhtemelen olmayacak da.’
O yıl ‘küresel köy’ henüz keşfedilmemişti.
CNN yoktu; ama dünyanın dört bir yanında genç insanlar, sanki aynı anda ilahi bir mesaj almış gibi harekete geçmişti.
Kimi komünizme, kime kapitalizme, kimi devlete, kimi anne babaya isyan etmişti.
Çoğunun ortak bir amacı yoktu.
Chicago’da ortak eyleme karıştıkları için yakalanan sekiz gençten Abbie Hoffman, hákime şöyle demişti::
‘Ne ortak eylemi, biz öğle yemeği mönüsü üzerinde bile anlaşamıyoruz...’
Öyleyse, yemek mönüsü üzerinde bile anlaşamayan bu genç insanları, dünyanın dört bir tarafında aynı anda sokaklara sürükleyen o duygu neydi?
Çok sonraları ona, ‘Başkaldırı ruhu’ diyecektik.
1980’li yılların ortalarına doğru bir kitabım yayınlandı.
Adı, ‘Elveda Başkaldırı’ydı.
Yanılmıyorsam şöyle bitiyordu:
‘Elveda başkaldırı, bir başka randevuda buluşmak üzere.’
* * *
Şimdi yine düşünüyorum.
Acaba 20 yıl sonra yine bu randevuya mı gidiyoruz?
Yeni bir başkaldırı ruhu mu doğuyor?
Vietnam Savaşı 1968’i yaratmıştı.
Irak Savaşı ve 11 Eylül bizi yeni bir milada mı hazırlıyor?
Yanlış anlamayın, alelade bir savaş karşıtlığından söz etmiyorum.
O, doğmakta olan yeni ruhun yanında çok basit bir ayrıntı olarak kalır.
Ben daha derinden gelen bir dip dalgasından söz ediyorum.
Bir tsunami düşünün ki, aysberg gibi. Asıl gövdesi ruh hizamızın altında.
Ben işçi hakları için yürümekten, ne bileyim etnik bir davanın peşine takılmaktan, dini bir davadan, inancın kolektif ayininden söz etmiyorum.
Kürt’üm veya Çeçen’im demek, bu ruhun Ortaçağ’da kalmış medyaval halleridir.
* * *
Onların hiçbirinin romantizmi bile kalmamış.
Hatta feminizm, gay hakları, insan hakları, hayvanseverlikten de söz etmiyorum.
Kastım, daha esaslı, daha cüretkár bir başkaldırı.
Öğle yemeği mönüsü üzerinde anlaşamayan insanların yeni ortak ruhunun doğuşu üzerine mütevazı bir kehanet belki.
Etnik, dinsel, ideolojik her türlü despotizme kafa tutabilecek bir isyan geliyor, diyorum.
İnsanı, kendine ait yaratıcı bir güçle baş başa bırakan manevi bir başkaldırıyı kastediyorum.
Mesela, türbanı sinek vızıltısından bile daha alt mertebelere indirecek bir isyandır bu. Demek istediğim, türbanı takma inadını da, taktırmama inadını da parodiye çevirecek, tiye alacak yeni insanın, bir mesih olarak dönüşünü görüyorum.
* * *
İlhan Selçuk geçen hafta bir yazısında ‘Yeni bir Enel Hak’a ihtiyacımız olduğunu söylüyordu.
Onun neyi kastettiğini bilmiyorum; ama ben bu sözün arkasında, tek tek insanlardan oluşan küresel bir mesihi hissediyorum.
Bütün bağlantılarından, saplantılarından, aşırılıklarından, öfkelerinden, intikam duygularından azade yeni bir ‘Enel Hak manifestosu’ geliyor diyorum.
Yazılmamış, kayda geçirilmemiş, zaptı tutulmamış, sadece bir peygambere değil, aynı anda bütün insanlara tek tek inmiş bir vahiy de diyebilirsiniz buna.
İşte onun tam zamanıdır diye düşünüyorum.
Adını şöyle de koyabilirsiniz:
20’nci yüzyılın müthiş bir egoizmle kapımızın önüne yığıp bıraktığı bütün çöplerin temizleneceği yeni bir ‘Enel Hak manifestosu’.
Onu bekliyorum...
* * *
Bir dolunay gecesi daha bitti.
Böyle geceler, kurt adamlığımızın mı yoksa içimizdeki gerçek insanlığın mı doğuşudur?
Bilmiyorum.
Ama böyle gecelerde her insan kendi küçük miladını doğuruyor.
Kendi kendinin ebesi haline dönüşüyor.
Galiba dolunay, işte böyle bir doğum günü...
Yani Halide Edip Adıvar’ın dediği gibi:
‘Belki de beklenilmeyen bir anda birden bire olağanüstü birşey olacak. Kimbilir? Geceler gebe, sabahlar yenilik doğuran birer ana değil mi?’