Biat medyasının kabus günleri

BUGÜNLERDE İslamcı bir gazetenin yöneticisi veya muhabiri olmak istemezdim.

"Biat" kültüründe doğup büyümüş bir insan, etrafında olup bitenleri görüp, hayatının her gününü, bu olaylarda "hafifletici" neden arama telaşı içinde geçirirse, emin olun sinir sistemi çöker.

Bütün bunlara bakınca kendi kendime şunu söylüyorum:

"İyi ki bu ülkenin merkezi bir medyası var."

İyi ki, "biat" kültüründe yetişmemiş gazeteciler ve onların çalıştığı kurumlar var.

* * *

Gelin birlikte küçük bir anket yapalım.

Mesela Başbakanlık koltuğunda Mesut Yılmaz’ın oturduğunu düşünelim.

Veya Süleyman Demirel veya Bülent Ecevit oturuyor olsun.

ANAP’lı bir milletvekili karısının üzerine nikáhsız bir eş getiriyor ve bu yetmiyormuş gibi bir de nikáhlı eşini durmadan dövüyor.

Sonra bir grup başkanvekili çıkıp, "Canım ne olacak, adam eşinden ve kamuoyundan özür diledi. Gerisi aile içi meseledir" diye demeç verse, acaba bu suskun meslektaşlarımız ne derdi?

"Karısı hak etmiştir" diye mi düşüneceklerdi?

Bir adım daha gidelim.

ANAP’ın iki başbakan yardımcısına milyonlarca dolarlık safkan taylar hediye ediliyor ve bu basına yansıyor.

Acaba dini bütün gazeteci arkadaşlarımız bu durum karşısında ne düşünürdü?

Ya şu her ilde, ilçede birbiri ardına patlayan "Ali Dibo" olayları?

Bu skandallardan onda biri ANAP, DSP veya CHP hükümeti sırasında patlasaydı?

Bu meslektaşlarımız böylesine suskun kalabilecekler miydi?

Bu sorunun cevabını merak mı ediyorsunuz?

* * *

Açın o günlerin gazetelerini bakın.

Türkbank olayında neler yazılmış, çizilmiş.

İşte o yüzden "dini hassasiyeti" olan gazetelere, televizyonlara bakınca kendi kendime soruyorum.

Nedir bu "Ali Dibo sessizliği?", nedir bu korku, pısmışlık?

Şimdi o kesimde bazı yazılar görüyorum.

Bizim hem Abdullatif Şener’e sempati duyup hem de tay skandalı patlayınca bunun üzerine gitmemizi bir türlü anlamıyorlar.

* * *

Anlamadıkları şu: Sempati gerçeklerin üzerini örten bir şal değildir.

Anlamıyorlar ki, merkez medya denilen ve halkın ezici çoğunluğunun okuduğu gazetelerin sahipleri, çalışanları "biat" değil, "eleştiri" kültüründe büyümüşlerdir.

Onlar yanlış yapmazlar mı, yaparlar.

Hatta vahim hatalar, haksızlıklar da yaparlar.

Ama o yanlışları düzeltmek de bu kültürün vazgeçilmez bir parçasıdır.

İçlerinden bazıları yanlışı inkár etse de başka bazıları o yanlışı mutlaka dile getirir.

Geçenlerde bu kesimde bir gazetenin manşetinde şöyle bir ifade vardı:

"Merkez medyanın meşruiyeti sorgulanıyor."

"Andıç"
olayından çıkarak böyle keyfe keder bir manşet atmışlar.

Gerçek tirajı 20-30 bini geçmeyen yayın organları, milyonlarca satan gazeteleri böyle ifadelerle eleştirmiyorlar mı, işte o zaman güleyim mi ağlayayım mı karar veremiyorum.

Evet merkez medyanın bir "Andıç ayıbı" vardır.

Ama o ayıbı yine kendi temizlemeye uğraşmıştır.

Peki siz "biat medyasında" hiç böyle bir özeleştiri, böyle bir ayıp temizleme çabasına tanık oldunuz mu?

"Biat medyasındaki" binlerce "Dreyfus" ayıbından kaçı için yürekli birinin çıkıp da "Hakikaten ayıp ettik" dediğini gördünüz, işittiniz?

* * *

O kesimdeki meslektaşlar arasında tanıdıklarım var.

Samimiyetine inandığım bu insanların bugünlerde mutsuz olduğunu sanıyorum.

Çünkü "biat" bir inanç meselesidir.

"Ali Dibo"nun, kadın dövmenin inançla ne ilgisi olabilir?

Herhalde bu soruyu onlar da kendi kendilerine soruyordur.

Çünkü artık ne türban ne de imam hatip dayanışması bu sakil görüntünün üzerini örtebiliyor.
Yazarın Tüm Yazıları