Paylaş
Hayal meyal hatırlıyorum. Bir yerlerde okumuştum. Şimdi çok uzun zaman geçti.
Nerede okudum, kim yazmış, en küçük bir ipucu bile yok.
Ortaçağ'da İspanyol kadınları, yanlarında hep bir maymun gezdirirlermiş.
Çünkü yanlarındaki maymunun çirkinliğinin, onların güzelliklerini daha iyi ortaya çıkardığına inanırlarmış.
Okuduğum andan itibaren bu olaya, felsefi bir düşünce gibi takılı kaldım.
Hayatımın bundan sonraki bölümünde İspanyol kadınlarının bu alışkanlıklarını, derin bir felsefi davranış örneği olarak sayısını bilmediğim kişiye anlattım.
Ve o günden sonra şahsi ilkeler listeme şunu yazdım:
Herkesin bir maymuna ihtiyacı vardır.
* * *
Neden kedi, köpek veya kuş değil de, maymun?
Çok düşündüm. Bula bula iki neden bulabildim.
Birincisi, insana en yakın hayvan oluşu.
Böylece inandırıcılığı artıyor.
İkincisi, çirkin olarak kabul edilişi.
Böylece, güzel olmayan bir kadını bile göreceli olarak güzel gösterme gücüne sahip olması.
Burada tuhaf bir çelişki yok mu?
Hayvanların tür olarak, insana yakınlaştıkça çirkinleşmesi hazin bir sonuç ortaya çıkarmıyor mu?
Daha da hazini, insanların kendilerine en yakın tür olan bir hayvanı, sırf çirkinliği için kendi güzelliklerinin katalizörü olarak kullanmaya kalkışmaları.
Neyse bu kadar derin felsefe yeter.
Maymun denen canlının, psikanalist divanı üzerinde bu kadar uzun yatması mümkün değildir.
Sıkılır kaçar...
* * *
Dönelim İspanyol kadınlara.
Hani o maymunları omzundan eksik etmeyen kadınlara...
Hep şu soruyu kendi kendime sorup cevabını aramışımdır.
Acaba bu kadınların yaptığı, çok egoistçe bir davranış mıdır?
Yoksa, yanında bir maymuna tahammül etmek hoşgörü örneği midir?
Bazen o, bazen öteki... Belki de ikisi birden.
Çünkü sırf güzelliğini daha çok ortaya çıkarmak için bir maymunu pranga haline getirmek, mahremine sokmak, katlanılması kolay bir şey değildir.
Maymunu konkav bir ayna haline getirmenin maliyeti yüksektir.
‘‘Yeter artık, bıktım bu yükten’’ dediğiniz anlar olabilir.
Ama maymunsuz yaşamak da zordur.
Hayranlığı sadece başkalarının malı haline getirmek işinize gelmiyorsa, kendi kendinize olan hayranlığınız da hayatınızın vazgeçilmez bir tarafı ise maymunsuz edemezsiniz.
Çünkü herkesin kendi kendine hayran olma hakkı vardır.
Kimimiz bunu inkâr eder, kimimiz kabullenir.
Kimimiz bundan açık açık haz alır, kimimiz ise hedonizmi tek başımıza yaşadığımız kapalı odalara hapsederiz.
Kendi kendimize hayranlığımızla, tek başımıza hesaplaşırız.
Hedonizm başkasıyla asla paylaşamadığımız, kimseye aktaramadığımız karmaşık bir duygu haline gelir.
Kimi zaman kıskançlıktan, kimi zaman utangaçlıktan başkasına açamadığımız, bütün hıncımızı sinir sistemimizden çıkardığımız bir elektrik olarak üzerimizde dolaşıp durur.
* * *
İşte öyle anlarda tek kurtarıcımız, tek yardımcımız o maymun olur.
Yani, ruh fotoğrafımızın negatifi, arabı...
‘‘Ya onun gibi olsaydım, ya onun gibi düşünseydim, ya onun kadar çirkin olsaydım, ya onun gibi manyak fikirlerim olsaydı’’ dedirtecek sessiz, sakin bir ortak, bir ‘‘öteki’’...
Hayatımızın en sessiz müsekkini. Yan etkisi olmayan ilacımız.
Reçetesiz satılan, bedava prozaklarımız.
Bizi olduğumuzdan güzel hale getiren, olduğumuzdan daha zeki gösteren öteki yarımız.
İşte o yüzden hepimiz maymunlara tahammül etmek zorundayız.
Onlarla aynı şehirleri, aynı mahalleleri, aynı işyerlerini, aynı mekânları paylaşmak zorundayız.
Çünkü renkli, keyifli, katlanabilir bir hayat anayasasının birinci maddesi budur.
Başkalarını maymun olarak kullanmak, kendimizin de başkalarının maymunu olabileceğini kabul edebilmek.
Sonunda modern hayat dediğimiz şey, bu maymun işbölümünden ibaret değil midir?
Paylaş