Paylaş
Kudurtmuş ve yoldan çıkarmıştı.
Bütün genel yayın yönetmenleri kıskançtır.
Ben hepsinden daha kıskançtım.
O koltukta oturduğum yıllar boyunca Washington Post’un esfanevi genel yayın yönetmeni
Ben Bradlee’yi kıskandım.
Hep onu geçmeye çalıştım, ama geçemedim.
Bir kere adam 24 yıl boyunca
o görevde kalmıştı.
Watergate skandalını ortaya çıkaran gazetenin genel yayın yönetmeniydi.
Allah kahretsin bir de yakışıklıydı.
Hepsine katlanabilirdim ama ne zamanki Beyaz Saray’da çekilen şu fotoğrafı gördüm, içimdeki kıskançlık daha yıkıcı bir kudurmuşluğa dönüştü.
Çünkü bu adamı asla geçemezdim...
Şu poza bakın, Allah hangi genel yayın yönetmeninin kollarına böylesine harika bir first lady emanet eder...
Ben, 20 yıl Türkiye’nin en büyük gazetesini yönetmiş olan ben...
Jacqueline Kennedy bir saniye bile benim koluma böyle yaslanmadı.
Haber televizyonları kurulmamıştır. İnternet yoktur. Twitter çağı açılmamıştır. Facebook yoktur.
Yani kâğıt kraldır.
Ülkesinde demokrasi vardır, kapısında vergi hükümetin gönderdiği vergi memurları yoktur...
Ve koluna yaslanan böylesine güzel bir first lady vardır.
Ben Bradlee’yi kıskanırım ama onun asıl takdir ettiğim yanı başka.
Herkes onu Watergate gibi, Amerikan siyaset tarihinde bir dönemi kapatıp ötekini açan tarihi olayın kahramanı olarak tanır. Bense onu, ilk göreve geldiği günlerde, yani daha 1969 yılında gazetesinde yaptığı ilk büyük değişiklikle tanıdım.
Washington Post gazetesinin en yerleşik bölümlerinden biri olan “Woman” (Kadın) sayfasının adını “Styles” yani “Stil” olarak değiştirdi.
Hayatı siyasetten ibaret gören bir gazeteci için bunun hiçbir anlamı olmayabilir.
Ama bu değişiklik, 1980’li yıllarda medyada başlayacak olan büyük devrimin ilk adımıydı.
Yani gazetecilik konularının genişlemesi.
Yani ben bir anlamda Ben Bradlee’nin paltosundan çıkan gazetecilerden biriyim.
Benim katkım da, “sitcom gazeteciliği” dönemini açmaktı.
Kim bilir belki ben de ileride bir başka genel yayın yönetmenini kudurturum.
Şu fotoğrafta önde oturan yaşlı adam var ya iyi bakın
İNTİKAM soğuk içilen bir şerbettir.
Benimki de böyle oldu.
Vanity Fair dergisinin geçen ayki sayısında büyük bir fotoğraf yayınlandı.
Dergi Watergate skandalını anlatan filmde oynayan Robert Redford’la, genel yayın yönetmeni Ben Bradlee ile skandalı ortaya çıkaran iki gazeteci olan Bob Woodward ve Carl Bernstein.
Alan J. Pakula’nın o şahane filminden yıllar sonra bir araya gelmişler ve Annie Leibovitz fotoğraflarını çekmiş.
Şu önde oturan Ben Bradlee’ye bir bakar mısınız Allah aşkına...
Hani beni kıskançlıktan kudurtan genel yayın yönetmeni...
Adam basbayağı yaşlanmış ya...
Teşekkürler Vanity Fair...
Birilerinin mutsuzluğu, ötekilerin mutluluğudur.
Pazar günümü kurtardınız...
80 kuşağından arkadaşlar üzülmeyin arada kalmadınız
GEZİ devrimi 90 kuşağının çocuklarını kurtardı.
1968’in burnundan kıl aldırmayan nostaljik morukları bile bu çocukları beğendi.
Ama 80’lilere hep öksüz çocuk muamelesi yapıldı.
Arada kalıp ezildiler.
Onları Özal kuşağı diye etiketleyip aşağıladılar.
Yuppie dediler. Apolitik deyip küçümsediler.
Onlarla birlikte 1980’li yıllar da gürültüye gitti.
Oysa 1980’li yıllar çok yaratıcı bir dönemdi.
Intelligent Life dergisi son sayısında 1980’leri anlatan bir dosya yaptı.
Bakın o yıllar moderniteye hangi katkıları yapmış.
Dekorasyon veya iç mimari denen mekân devrimi o yıllarda başlamış.
Loft kültürü 1980’lerin ürünü.
Gövde cazibesi dediğimiz insanın bedenine bakma eğilimleri o yıllarda başladı. Ama bu cazibe “beden faşizmine” 2000’li yıllarda dönüştü.
Alışveriş merkezleri kültürü o yıllarda doğdu.
Erkekleri saç fetişizminden kurtaran dazlaklık ve kafa kazıma modası o yıllarda keşfedildi.
Duvardan duvara halı yerine o harika ahşap zeminler o yıllarda hayatımıza girdi.
Mad Max, Indiana Jones, Back To The
Future sinema devrimleri
o yıllarda gerçekleşti.
Bugün günlük estetiğimizin temel taşlarından biri olan “Vintage” kültürü esas itibariyle o yıllarda doğdu.
Yani bir 1980’li için o kadar üzülecek bir durum yok.
Ayrıca 1968’li moruklar Gezi’ye çıktı.
Hadi siz de oraya...
Sizi Vintage kıyafetlerinizden tanırız.
Paylaş