Paylaş
Ben İstanbul’dayım, o Urla’da...
“Ben belki cumartesi günü Paris’e gidiyorum. Gazete, Charlie Hebdo için yapılacak mitingi izlememi istedi” dedim...
Yarım saat sonra aradı ve aldığı kararı tebliğ etti:
“Uçak biletimi aldım, İstanbul’a geliyorum. Paris’e ben de geliyorum.”
“Neden Tansu” diye soruyorum, bana bir karşı soruyla cevap veriyor:
“Sence 6 yılımızı geçirdiğimiz Fransa nasıl bir ülkedir... Bir Müslüman olarak orada ne hissettin...”
Benim cevabım olumluydu, ama asıl cevabı dün uçakta gelirken aldım.
* * *
Dün Paris uçağındayız.
Wall Street Journal gazetesi, Türkiye dahil bütün Avrupa ülkelerinde yapılan PEW araştırmasının sonuçlarının bir bölümünü yayınlamış.
Hangi Avrupa ülkesinde ne kadar Müslüman var ve o halkların bu Müslümanlara bakışı nedir...
* * *
-Birinci sırada Fransa var.
Nüfusunun yüzde 7.5’i Müslüman.
-İkinci sırada yüzde 5 ile Almanya görünüyor.
-Üçüncü sırada yüzde 4.7 ile Yunanistan ve onu takiben yüzde 4.6 ile İngiltere var.
-Müslüman nüfusu az ülkelere gelince, yüzde 2.6 ile İtalya, yüzde 0.1 ile Polonya...
* * *
Şimdi okumaya kısa bir ara verip düşünün.
Sizce bu ülkeler içinde Müslümanlara karşı en hoşgörülü olması gerekenle, en az hoşgörülüsü hangisi olabilir...
En büyük tepkinin Fransa, en az tepkinin de Polonya’da olması gerekmez mi...
* * *
Yanıldınız... Çünkü durum tam aksi.
-Fransızların yüzde 72’si Müslümanlara olumlu bakarken, yüzde 27’si olumsuz.
-Buna karşılık nüfusunun sadece yüzde 0.1’i Müslüman olan Polonya’da halkın sadece yüzde 28’i Müslümanlara olumlu bakıyor.
İşte “İslam adına” kendi akıllarınca cihada çıkan teröristlerin 17 insanın canını aldığı ülke Fransa budur...
* * *
Peki, Müslümanlara karşı en hoşgörülü öteki 2 ülke hangisidir...
Yüzde 64 ile İngiltere, yüzde 58 ile Almanya...
* * *
Ya nüfusunun yüzde 0.1’i bile Hıristiyan olmayan Türkiye’nin Hıristiyanlara bakışı nedir...
Söylemeyeceğim.
Kendim utandım, şu pazar günü sizi de utandırmak istemiyorum...
* * *
Paris’e bu duygularla gidiyorum. Yani Turgut Uyar’ın dizesindeki gibiyim. “Bazen kalkıp gitmek iyidir...”
Fransa’nın bize verdiği özgürlük ruhuna teşekkür için oradayız
BUGÜN Tansu’yla yıllar sonra Paris’te ilk defa bir sosyal olayda birlikte yürüyeceğiz...
Elimizde birer “Je suis Charlie” pankartı olacak.
-Gazeteci olarak bu olayı izlemek için oradayım.
-İnsan olarak bu barbarlığı telin etmek için oradayız.
-Müslüman olarak bu cinayetlerin en az Hıristiyanlar kadar bizi de yaraladığını göstermek için oradayız.
-Müslüman olarak İslamofobinin de çok kötü bir şey olduğunu anlatmak için oradayız.
-Özgürlüklerin, ifade özgürlüklerinin onurlu bir hayat için ne kadar hayati olduğunu göstermek için oradayız.
-Türk olarak, teröre
karşı mücadelede Fransızların yanında olduğumuzu
göstermek için oradayız.
-Türk olarak, teröre karşı mücadelede onların da bizim yanımızda olması gerektiğini konuşmak için oradayız.
-Genç bir öğrenci olarak bize, 6 yıl boyunca kapılarını, sokaklarını, meydanlarını, dostluğunu ve estetiğini açan bu şehrin zor gününde yanında olmak için oradayız.
-Hem Türk, hem Müslüman, hem laik bir insan olarak bize özgürlük, demokrasi, hoşgörü, ifade özgürlüğü kavramlarını, bize özgür bir iklim sunarak öğreten Fransa’ya sevgimizi göstermek için oradayız.
Karikatüristin kurduğu bir gazetede çalışıyorum
CHARLIE Hebdo olayının beni bu kadar etkilemesinin özel bir başka nedeni daha var.
Genç okurlar belki bilmeyebilir, ama ilk kuşak okurlarının çok iyi bildiği bir şey var.
Hürriyet gazetesinin kurucusu Sedat Simavi bir karikatüristti. Fransızca eğitim almıştı.
Ortaokulu Saint Joseph, liseyi ise Galatasaray Lisesi’nde okumuştu.
Hürriyet’i yayınlamaya başlamadan önce İnci, Diken ve Karikatür isimli mizah dergilerini yayınladı.
Hürriyet’in eski binasında, Cumhuriyet tarihinin efsane karikatüristlerinin orijinal çizgilerinden oluşan sürekli bir serginin içinde çalıştım. Dünyanın en ünlü karikatüristleri bu saygın yarışmanın jüri üyeliğini yaptılar.
Ayrıca çalıştığım grup dünyanın bir numaralı karikatür yarışması Aydın Doğan Uluslararası Karikatür Yarışması’nı düzenliyor.
Her yıl onlarla en az 10 günü birlikte geçirdik, sohbet ettik.
Bu yarışma 30’uncu yılını dolduruyor.
Yani ben yıllardan beri karikatürle kalkıp karikatürle yatan olağanüstü bir kurumda çalışıyorum.
Bugün Paris’e gidişimin bir nedeni de Hürriyet’in bana verdiği bu kültüre bir minnet borcunun iadesi olacak.
Hiç kuşkusuz ‘Ben Charlie değilim’ deme özgürlüğünü de, ‘belagat şehvetini’ de konuşacağız
ÖNCEKİ günkü New York Times gazetesinde
David Brooks’un yazısının başlığı şöyleydi:
“Ben Charlie değilim”.
Yazar şöyle diyor:
“Charlie Hebdo dergisi yazarlarının öldürülmesini ifade özgürlüğü açısından tartışıyoruz ama şununla da yüzleşmemiz lazım: Bu karikatüristler, bu mizah anlayışındaki dergilerini bir Amerikan Üniversitesi’nde yayınlamaya kalksalardı, büyük bir ihtimalle 30 saniye sonra nefret söylemi yaymakla suçlanmaya başlarlardı.”
Bir de örnek veriyor.
Illinois Üniversitesi’nin
bir öğretim üyesi, Katolik inancının eşcinsellik üzerindeki etkisini ders olarak okuttuğu
için işinden atılmış.
Yazıya önce şaşırdım ama okuyunca ben de düşünmeye başladım.
Hiç kuşkum yok ki, katliamın şoku atlatıldıktan sonra olayın öteki boyutunu da tartışmaya başlayacağız.
“Nefret söylemi” nerede başlar...
Mesela bazılarınca “çok başarılı bir siyasi araç” gibi görünen “belagat”, kitleleri tahrik, toplumun yarısına hakaret eden, aşağılayan, küçümseyen kibirli bir “şehvete” dönüşmeli mi...
Tamam, gazeteci kendine çekidüzen versin de, siyasetçinin kürsü dokunulmazlığı,
şehvet dokunulmazlığına da dönüşmeli mi...
O yüzden düşünüyorum.
Acaba bu büyük trajedi,
son 7 yılın açtığı dil yaralarını sarmak için de bir vesile olabilir mi...
Paylaş