Paylaş
“Kadınlar saçlarını unutmak için keserler...”
Sibel Eraslan’ın yeni romanı ‘Saklı Kitap’ın yedi kadın kahramanından biri böyle diyor. (**)
İkna odalarında ikna olmamaya çalışırken onu hayata bağlayan en önemli güç aşkıydı.
Attila İlhan’ın şiirini andıran bir duyguyla “Senin olmadığın hiçbir yer yok” diyordu.
Sevgilisi onu işte böyle bir günde tek kelimeyle bırakmıştı:
“Bitti...”
Saçlarını işte o yüzden kazıtmıştı.
Çünkü “Kesik saçlı kızlar için bayram, tam olarak ‘Unuttum’ dediği an gelir” diye inanıyordu.
Ama unutamamıştı.
Her sabah ‘Onun olmadığı hiçbir yerin bulunmadığına’ iman ederek uyanıyordu.
İNSAN, AŞKIN BİTTİĞİNE BİR TÜRLÜ İNANAMAZ
Aşkın salınımlarını, ‘Street Fighter’ oyunundaki kadın dövüşçünün yelpazesine benzetiyordu.
“İki alfabeli herkesin, yaşayabileceği, travmatik bir akordeon armonisi gibi...”
Açılıp kapanan; “Kâh hırçın kâh şehvetli kâh meraklı ama her seferinde kederli dalgalar...”
Bittiğine inanamıyordu...
Cemal Süreya’nın ‘Onursuzunum ben’ dizesindeki duygu onu hiç bırakmıyordu.
“Aşk, gönül bu işte… İnsanda gurur bırakmıyor” diyordu. “Acının ihramından çıkamıyordu...”
Veda kabristanında son kez insanlara görünüp de, annesiyle helalleşen Hazreti İsa’nın kendisini tutmak için uzanan insanlara söylediği o sözler kulaklarından hiç çıkmıyordu:
“Dokunma bana, bırak beni lütfen
Dokunma bana, bırak beni lütfen.”
AŞK, 20’NCİ YÜZYILDA KALMIŞ DEMODE BİR DUYGU MU?
Muhafazakâr bir kadının kaleminden okuduğum bu satırlar bana kaybolmakta olan bir duyarlılığın nostaljisi gibi geldi.
Düşündüm nedir bu?
Başı örtülü bir kadın, kederli dalgalarını ‘şehvet’ gibi günahkâr bir kelimeyle ifade ediyorsa, bilmediğimi, tanımadığımı sandığım bu hayali kadının içinde, çok tanıdığım bir volkan patlamayı bekliyor demektir.
Tutkulu, ihtiraslı, bedelini ödemeye hazır, unutamayan bir kadının marazi bir hali olabilir mi bu?
Yoksa insan dediğimiz varlığa çok yakışan bir varolma biçimi mi?
Veya...
19’uncu yüzyılın sonunda ömrünü yitirmiş, modası geçmiş bir duygu mu?
Muhafazakar kadının daha yeni keşfetmeye başladığı bu dünyaya ait tutku...Yani 21’inci yüzyılın 13’üncü yılının mart ayında; “Aşk, artık miadını doldurmuş” bir insanlık hali midir?
KADINLAR GEÇEN YAZ NEDEN GRİNİN 50 TONUNU OKUDU
Geçen yaz ağustos ayıydı.
Çevremde birok kadın
‘Gri’nin 50 Tonu’nu okuyordu.
Tanıdığım bu kadınların büyük bölümü 40’lı yaşlarındaydı.
Ben de okumuştum ama nedense bana hiçbir şey dememişti.
Çünkü anlatılanlar, benim mazim haline gelen bir yüzyıla ait gibiydi.
George Battaille’ın ‘Göz’ün Hikâyesi 20’nci yüzyılda okumuş ve o yüzyılda bırakmış bir erkek olarak, o kitap bana gecikmiş bir mika fantezi gibi gelmişti.
Ben o cinselliğin sınırlarını yıllarca önce aşmış; başka denizlere, başka limanlara gitmiştim. Test ettiği bir yüzyılın sıradan eylemleri diye bakmıştım. Sadece bedenine ve bir kadına sahip olma duygularının değil, aynı zamanda yerleşik ahlakın da sınırlarının zorlandığı günlerdi.
Ama 70’lerde, 80’lerde kaldı diyordum. O nedenle Sibel Eraslan’ın anlattığı kadının ıstırabı, bugün bana yeni veya yeniden keşfedilmiş yeni bir cennet gibi geldi.
AŞK, SADECE MUHAFAZAKÂR KADINA AİT BİR DUYGU MUDUR
Gelin öyleyse o soruyu bir kere daha açıkça soralım.
Aşk; modern erkek ve kadının kaybettiği bir duygu mudur?
Aşk demode midir?
Yani bugün ancak muhafazakar bir kadının hissedebileceği, yaşayabileceği bir tutku mudur aşk?
Başı örtülü kadın, bizim için hayalet bir dünyanın insanı mıdır?
GRİNİN 50 TONU, YAŞAYAMAYAN KADININ TUTTUĞU AVUKATTIR
Geçen yaz benim çevremde ‘Grinin 50’nci tonunun keşfedildiği’ yazdı.
Aslında keşfedilen şey, daha çok hiç yaşanmamış, büyük bir ihtimalle hiçbir zaman yaşanmayacak bir cazibenin science fiction’ıydı…
Tutkularını yoga seanslarıyla öldüren bir nesil, bu kitabın kahramanını bastırılmış arzularının avukatı olarak tutmuştu.
Bense başka bir yerdeydim, başka bir limanda...
O nedenle ‘Grinin 50 Tonu’ bana yetmiyordu. Eksik kalıyordu.
‘51’inci tonunun’ peşindeydim ve onun adını koymaya çalışıyordum.
Aşk’tı o...
KEHF SURESİ’NDEN FIRLAMIŞ BİR KADIN MI YOKSA KONTRATI TERCİH EDEN KADIN MI
Evet ‘Grinin 51’inci tonu’ bana göre aşktır.
Şimdi artık çok iyi biliyorum ki; bedenin ve ruhun sınırları, ancak derin bir aşk olduğu zaman, fantazyanın sınırlarıyla test edilebilirdi.
Onun dışındaki bütün oyunlar, her gece aynı insanla yaşadığınız demode bir ‘one night stand’dan ibaretti.
Aynı kadınla ve erkekle, o sınırları bin kere denesen bile, aşk denen o büyük tutku olmazsa, bir gecelik alelade bir oyun olmaktan bir karış öte geçemezdi.
Öyleyse dağınık bir yatağın önünde birbirimize soralım:
Hangisi 21’inci yüzyıla ait yeni bir duygudur?
Sibel Eraslan’ın ‘Kehf Suresi’nden fırlamış, “Senin olmadığın hiçbir yer yok” diye haykıran, saçları dibinden kazınmış kadının tutkusu mu?
Yoksa ‘Grinin 50 tonundaki’, “Kiminle kontrat yaparsam o” diyen kadını mı?
GRİ”NİN 51’İNCİ TONU ANCAK TEK KİŞİLİK BİR TARİKATTA BULUNABİLİR
‘Ya şehvet’, ‘Ya bedenin o karşı konulamaz temasa daveti...’
Onlara ne diyeceğiz?
İşte gelmek istediğim nokta zaten oydu...
En çıldırtıcı bedensel ve ruhsal
oyun, ancak ıstırap veren bir aşkın türevi olduğu zaman mana kazanır.
Bir kadın ve bir erkek, 21’inci yüzyılda Gri’nin 51’inci tonunu
ancak beden ve ruhun bu
olağanüstü kimyası sayesinde keşfedebilir.
Ben ona ‘tek kişilik tarikat’ diyorum.
Yani şeyhin ve müridinin hiç durmadan yer değiştirdiği olağanüstü bir oyun. Kadınlığı başörtüsüyle veya başörtüsüz yaşamak...
İkna odasının kapısından fırlayıp, saçlarını dibinden kazımış bir kadının lügatinde de şehvet kelimesi varsa, bilin ki hiç farkı yoktur.
Düne veya bugüne ait olan şey; bedenimizden ve içimizden gelen sese kulak vererek yaşama tercihidir.
(*) Bu yazı Elele dergisinin mart sayısındaki bir dosya için hazırlandı. Kürşat Başar’ın da bir yazısının yer aldığı konu, tabiatıyla kadınları anlayan erkeklerdi. Derginin bu sayısını tavsiye ederim.
(**) Sibel Eraslan: “Saklı Kitap; Kadınlar unutmak için keserler saçlarını”, Timaş Yay, 2013
Paylaş