IRAK'a hayatımda bir kere gittim. Ama oradan, bütün hayatımda iz bırakacak bir hatırayla döndüm.
Hem de çok acı bir hatırayla.
1977 yılıydı.
Hacettepe Üniversitesi Sosyal ve İdari Bilimler Fakültesi'nde öğretim üyeliğine yeni başlamıştım.
Bir gün Hıfzı Topuz Paris'ten telefon etti.
UNESCO, Bağdat'ta uluslararası bir sempozyum düzenliyordu. Daha çok Üçüncü Dünya ülkelerinin desteklediği ‘‘Bilginin Serbestçe Dolaşımı’’ konusu tartışılacaktı.
* * *
Havaalanında bir mihmandar beni karşıladı. Orada şimdi adını unuttuğum bir otelde kalacaktık.
Otele girdikten sonra lobiye indim. Bir köşede Senegal ve o zamanki adıyla Yukarı Volta'dan gelen davetliler vardı.
Garsondan bir kadeh viski istedim. Biraz sonra en pahalı cinsinden ağzı kapalı bir şişe Chivas Regal viskisi getirdi ve bana oda numaramı sorup bir yere yazdı.
Benden önce Senegalli davetli atılıp şişeyi açtı ve kadehini doldurdu. Onu Yukarı Voltalı izledi.
Tabii ben paniğe kapıldım. O yıllar Türkiye'nin ekonomik sıkıntıda olduğu dönemdi ve cebimde sadece 50 dolar vardı.
Anlayacağınız rezil olacaktım.
Kendi kendime hesaplar yapmaya başladım. Kayınpederim Hüdai Oral tanınmış ve etkili bir milletvekiliydi. Acaba Türkiye'nin Bağdat Büyükelçiliği'ne gidip borç istesem verirler miydi?
İşte bu derin endişeyle ıkına sıkına garsona borcumun ne olduğunu sordum.
‘‘Siz bir şey ödemeyeceksiniz. Bütün harcamaları Irak hükümeti karşılayacak’’ dedi.
Bir anda rahatlayıp, viski şişesine uzandım.
* * *
Bütün Bağdat sanki kocaman bir şantiye gibiydi.
Her yerde binalar, lüks oteller yapılıyordu. O gün ‘‘Bunlar birkaç yıl içinde bizi sollayıp geçerler’’ diye düşünmüştüm.
Orada çok iyi dostluklar kurdum. Bunlardan biri Kuzey Irak'tan gelip Bağdat'a yerleşmiş genç bir Kürt'tü.
Şimdi adını unuttum. Çok neşeli ve arkadaş canlısı bir insandı. Nazım Hikmet hayranıydı.
Bağdat'la Kuzey Iraklı Kürtler 1974 anlaşması yapmış ve Kürtlere özerklik de dahil olmak üzere büyük haklar tanımışlardı.
* * *
Sempozyum bittikten sonra Basra'ya bir gezi düzenlendi. Bize özel bir tren tahsis etmişlerdi. Trenin bir vagonu gece kulübü haline getirilmişti. Vagona orkestra koymayı bile düşünmüşlerdi.
Çok güzel bir dolunay vardı. Trenimiz uçlarından alevler çıkan yüzlerce petrol kuyusunun arasından süzülerek Basra'ya doğru gidiyordu.
O gece sabaha kadar şarkılar söyledik. Orada öğrendiğim ‘‘Ya Hammam’’ şarkısının nakaratını hálá hatırlıyorum.
Birlikte ‘‘Guantanamera’’, ‘‘Comandante Che Guevara’’ şarkılarını söyledik.
Kürt arkadaşım, Nazım'dan şiirler okudu. Bunların bazılarından Türkçe bölümler biliyordu.
Müthiş etkileyici bir geceydi.
Hurma ağaçlarının arasından Basra'ya girerken, hayallerimdeki Şattül Arap'ın fotoğrafı karşımdaydı.
İnsanlar çok cana yakındı.
O geziyi hayatım boyunca hep çok güzel hatırlayacağımı hissediyordum.
Bağdat'tan işte bu duygularla döndüm.
Döndükten üç ay sonra bir telefon aldım.
Bağdat'ta tanıştığım bir Iraklı yetkili Ankara'ya gelmişti.
Onu yemeğe götürdüm. Bağdat'taki o güzel dört günü konuştuk. Bana çok sevdiğim için ‘‘Ya Hammam’’ şarkısının long play'ini getirmişti.
Yemeğin sonuna doğru orada tanıştığım Kürt arkadaşımın ne yaptığını sordum.
Biraz hayretle yüzüme bakarak, ‘‘Bilmiyor musun?’’ diye sordu.
‘‘Neyi bilmiyor muyum?’’ diye karşılık verdim.
Biraz sıkılarak yüzüme baktı ve ağzından beni şok eden şu cümle döküldü:
‘‘O geçen ay idam edildi.’’
* * *
Yıl 1977'diydi. Saddam henüz rejimin ikinci adamıydı.
İki yıl sonra Hasan El Bekir'i devirip yerine geçecekti.
Ertesi yıl İran'a savaş açacak, 10 yıl sonra da Kuveyt'i işgal edecekti.
Saddam hálá iktidarda ve sığınağında ayakta kalma mücadelesi veriyor.