Paylaş
Sonra bu bölgeyi keşfettim. Epey okudum. Yıllardır gitmek istiyordum.
Sonunda Fener Patriği Bartholomeos’un yardımı ve izniyle gidebildim.
İleride “Ertuğrul Özkök İnanç Atlası” adı altında toplamak istediğim, inziva yolculuğu bugünden itibaren keşişlerin dünyasında geçirdiğim üç günle devam ediyor.
Mekke, Yemen, Vatikan, Butan’dan sonra şimdi Aynaroz’dayız...
Yani “Bakire Bahçesi”nde...
Mimar Ali Esad Göksel ve beni taşıyan küçük tekne burnu dönünce, tepenin üzerindeki muhteşem binayı görüyoruz.
Elimizde, Fener Patrikhanesi’nce verilen giriş belgesi var.
Sırt çantamdan kulaklığımı çıkarıp, daha önceden planını yaptığım müziği dinlemeye başlıyorum.
Anna Netrebko, “Pie Jesu”yu söylüyor.
Yıllardır hayalini kurduğum bir şeyi daha gerçekleştireceğim için mutluyum.
Aynaroz’da inzivaya çekilmek...
Karşımda Yunanistan’ın Aynaroz denilen bölgesinin en güzel kiliselerinden biri olan Aya Dionisiu duruyor.
Bu manastırda 3 gün 3 gece yaşayacağız.
Karaya ayak bastığımız andan itibaren, 3 gün boyunca dünya ile ilişkimiz kesilecek.
Bizi bırakan tekne, iki dakika içinde iskeleden ayrılıyor.
Valizimiz ve sırt çantamızla bekliyoruz. Bizi karşılamaya gelen kimse yok.
Kilise dik ve uzun bir yolun sonunda.
Mecburen yürümeye başlıyoruz. Elimizdeki ağır valizle tepeye tırmanırken, daha ilk 10 metrede, keşişliğin nasıl bir çile çekmek olduğunu anlıyoruz.
İşte tam o sırada o ses imdadımıza yetişiyor.
Yukarılarda kilisenin alt tarafındaki balkonlardan biri bize sesleniyor.
“Bekleyin geliyoruz” diyor...
Biraz sonra dört çekerli bir arazi kamyoneti önümüzde duruyor.
Bu torpille keşişlik çilesi hiç olmazsa manastıra girinceye kadar bitiyor.
İçinde siyah elbiseleri ile iki rahip var...
Biri bize Türkçe “Hoş geldiniz” diyor.
Üç gün boyunca bize rehberlik yapacak, her türlü işimizde yardımcı olacak Peder Gabriel’le böyle tanışıyoruz.
Üç gün boyunca siyah kırçıl sakallar arasında göreceğim sakalsız tek peder...
Onun hikâyesini de ikinci gün akşamı öğrenebileceğiz...
* * *
Araç dik yokuşu tırmanıp kale kapısına benzeyen bir yerde duruyor, valizlerimizi alıp içeri giriyoruz.
Manzara, Games of Thrones dizisini hatırlatıyor.
Avlunun ortasında duvarları bordo-beyaz renklerle boyanmış bir kilise var.
Kenarından geçip merdivenleri çıkıyoruz.
Kalacağımız odaya gitmeden önce, bir salona giriyoruz. Bize Çipora denilen Yunan likörü ile lokum ikram ediyorlar.
İlk izlenimimiz şu:
Küçüklüğümüzden beri bize korkunç insanlar olarak öğretilen o kara sakallı, korkunç papazlar, hiç de öyle korkunç insanlar değil.
Tam aksine hepsi bize çok yakın davranıyor. Hatta Türk olduğumuz için özel bir ilgi gördüğümüz hissi bile alıyoruz.
* * *
Kalacağımız odaya geldiğimizde ise bizi hayatımızın en büyük sürprizlerinden biri bekliyor.
Küçücük bir oda ve çok dar iki yatak.
Lise hayatımdan beri belki de ilk defa bir başka erkekle aynı odada kalacağım.
Ali Esad’ın durumu da aynıymış.
Daha o an nasıl uyuyabileceğim endişesi kaplıyor beni...
Odanın penceresinden bakınca gördüğüm manzara ise içimi açıyor.
Tam karşıda bir dağ aşağı doğru inip denizle birleşiyor.
Tanıdığım Ege Denizi, daha o an başlayan yalnızlık duygumu hafifletiyor.
Kritik soru
Bir insan oraya aşk acısından mı kapanır
BİZİ aşağıdan alan kamyoneti kullanan keşişle kısa bir sohbet yapıyoruz:
-Peder kaç yıldır buradasınız?
“Şu an 56 yaşındayım. Buraya geldiğimde 22 yaşındaydım. Demek ki 34 yıldır buradayım.”
-Bir insan niye buraya kapanır? Geçmişinizde yaşadığınız bir travma mı var? Mesela aşk acısı, terk edilmişlik gibi...
“Manastırlara kapanan kadınlarla ilgili böyle efsaneler vardır. Ama çoğumuz için böyle bir şey yok. İçindeki bir ses insanı buraya çağırır. Öyle geliriz.”
-Nerelisiniz?
“Biz Aynaroz’danız. Doğduğumuz yer burasıdır diye düşünürüz. Öldüğümüz yer de burasıdır. Burada gömülürüz.
Tanrılarla devlerin savaşından doğan yarımada
OSMANLI tarihinde önemli bir yer tutan Aynaroz, Halkidiki Yarımadası’nın ucundaki üç peninsuladan Türkiye’ye en yakın olanı.
60 kilometre uzunluğunda,
8 ile 12 kilometre genişliğindeki yarımada, 360 kilometrekarelik bir alana yayılmış.
Adanın ucunda 2000 metre yüksekliğindeki Mont Athos var.
Eskilerin Akte dediği yere, daha sonra Athos adı verilmiş.
Efsaneye göre, Athos adlı Trakyalı bir dev, denizlerin tanrısı Poseidon’a burada dev kayalar fırlatmış.
Ama bir de bunun tam karşıtı var. Buna göre Poseidon, Athos adındaki devle yaptığı savaşı kazanmış ve onu burada kayaların altına gömmüş.
Burası Yunanistan içinde bir tür özerk şeriat bölgesi.
Başkenti bile var. Adı Karyes.
Bölge Kutsal Meclis denilen ve yılda iki defa toplanan bir heyet tarafından yönetiliyor.
Aynaroz dini açıdan Fener Patrikhanesi’ne bağlı.
Bölgede 20 kilise var, 2 binden fazla papaz ve keşiş yaşıyor.
Buraya dişi kedi bile giremez mi
AYNAROZ deyince sadece Türklerin değil, başka ülke vatandaşlarının da ilk aklına gelen “buraya kadınların girmesinin yasak oluşu”.
Hatta, “Buraya dişi kedi bile giremez” deniyor.
Ama dişi kedi girebiliyor.
Ben iyi bir kediciyim.
Dişisiyle erkeğini yüzünden bile ayırabilirim. Daha sahile ayak bastığımız anda karşımıza çıkan bir kediye bakıyorum.
Basbayağı dişi işte...
Ama kadın konusuna gelince, “Buraya giren son kadın Meryem Ana olmuş” bile diyebiliriz.
Meryem Ana buraya gelince adı ‘Bakire Bahçesi’ oldu
HIRİSTİYAN inancına göre, yarımadanın kutsal bir bölge haline gelmesi, Meryem Ana’nın, yanında İsa’nın havarilerinden biri olan Yuhanna ile buraya gelmesiyle başlıyor.
Meryem Ana, burayı çok beğenince, oğlundan bu dağı kendisine vermesini istiyor.
O sırada yukarıdan gelen bir ses şunları söylüyor:
“Burası, selameti arayan insanların sığınacağı bir cennet ve sizin bahçeniz olsun.”
Aynaroz kutsal bölgesi böyle doğuyor.
Ancak bölgenin asıl anlamını kazanması, manastırlara kapanma ve keşişlik kavramının doğuşuyla başlıyor.
Manastır hayatı, Hıristiyan âleminde görünen yolsuzluklara karşı bir tepki olarak doğmuş.
Keşiş hayatının üç temel direği var:
“Cinsel ilişkiye girmemek”, “yoksul bir hayat” ve “biat...”
İzin belgemiz
-MANASTIRA İstanbul Fener Rum Patrikhanesi’nden aldığımız bu izin belgesiyle giriyoruz. Manastıra gelen önemli konuklar bizdeki eski Osmanlı evlerine benzeyen bir salonda ağırlanıyor. Bu salonun girişindeki duvarda Fener Patriği Bartholomeos’un bir fotoğrafı asılı.
İlk keşiş mönüsü yumurtalı patates
MANASTIRA biraz geç geldiğimiz için akşam ayinine katılamıyoruz.Bize ayrı bir yerde yemek hazırlıyorlar ve ilk keşiş mönümüzü yiyoruz.Yumurtalı patates, zeytin, ekmek, domates salatası ve bir portakal.
Akşam saat 18.30’da hayat bitiyor, odamıza çıkıyoruz
AKŞAM saat 18.30’da hayat bitiyor.
Peder Gabriel, kilisenin bulunduğu iç avluyu ve odalarımızı dışarıdan ayıran ağır kapıyı yavaşça kapatıyor.
Manastırın avlusu bir anda sessizliğe bürünüyor.
Aynı odayı paylaşacağım Ali Esad’la odamıza çıkıyoruz.
Bizler için, bırakın geceyi, akşamın henüz başlamadığı bir saatte uyumak mümkün değil.
Üniversite yıllarıma dönüyorum.
Oda sohbeti başlıyor... Cep telefonumdan Spotify’ı açıyorum.
Handel’in Xerxes operasından “Ombra mai fu” çalıyor.
Pers Kralı Xerxes’in bu sulara kadar geldiğini hatırlıyoruz.
Yarımşar uyku ilacı alıp açık pencereden gelen dalga sesleri arasında uykuya dalıyoruz.
Akşam erken biten hayat, sabah da çok erken başlayacak.
Saat 03.00’te ilk sabah ayinine kalkacağız.
Pontus parasıyla
-ÜÇ gün üç gece geçireceğimiz Aya Dionisiu Manastırı 14’üncü yüzyılın ikinci yarısında kurulmaya başlanmış.
Yapımında Trabzon İmparatoru Üçüncü Aleksios Comnenos’un gönderdiği paraların katkısı büyük olmuş.
Manastır, Hazreti İsa’nın havarilerinden Yuhanna’nın anısına
yapılmış.
YARIN: MAHZENDE ÇÖZDÜĞÜMÜZ ‘GÜLÜN ADI’ CİNAYETİ
-Pazar sabahı ilk ayinde gördüklerimiz ve işittiklerimiz bize neyi hatırlatıyor.
-Keşişlere neler yasak. Hangi bölgelerini yıkayabiliyorlar.
-Manastırın dış tarafındaki mezarlıkta gördüğümüz kafatasları neydi.
-Peder Gabriel bize “Ağlayan İkona”yı gösterdiğinde ne hissettik.
-İç içe üç kapıdan geçerek girdiğimiz dip odada gördüğümüz ve “Gülün adı cinayetine” benzettiğimiz olay neydi.
Paylaş