MELİH Gökçek'in kulakları çınlasın. O, Ankara keçisini Ankara'ya amblem yapmak istemiyor.
Ama kendi kendime soruyorum.
Acaba, dünyanın en büyük gazete patronlarından birinin arkasında mütevazı bir Ankara keçisinin bulunduğunu biliyor muydu?
Sanmıyorum...
Ben de bilmiyordum.
Bunu Rodos'ta öğrendim.
* * *
Şimdi, Rodos Kalesi'nin tam karşısındaki iskeledeyim.
Göz zaviyemde, kalenin iki kulesi ve duvarların üzerinden fışkıran bir cami minaresi var.
Bana göre, Rodos'a kültürel kimliğini veren iki kültürü simgeliyor.
İtalyan ve Osmanlı...
Karşıdaki iki kulenin arasındaki kapıdan SokratesSokağı başlıyor.
Bu sokak, Rodos'taki en çarpıcı mirasımız olan Süleymaniye Camii'ne kadar uzanıyor.
Orada da bitiyor.
Onun bittiği yerde benim Ankara keçisi hikáyem başlıyor.
Bu hikáyeyi, ‘‘Privileged Son’’ (İmtiyazlı Evlat) kitabından okuyorum.
Benim gibi muhtemelen siz de, Harison Otis adını şimdiye kadar hiç işitmediniz.
Harison Otis, Amerika Birleşik Devletleri'nin en büyük gazetelerinden biri olan Los Angeles Times gazetesinin kurucusu ve ilk sahibidir.
Olay 1870 yılında başlıyor.
O tarihte, Harison Otis, Washington'da Patent Ofisi'nin bölüm şeflerinden biridir.
Yılda 1800 dolar para kazanmaktadır.
O günlerde gazetelerin birinde Ankara keçisi ile ilgili bir makale okur.
O yıllar, Amerika'da ‘‘fırsat’’ yıllarıdır.
Yani, insanların her yeni ve denenmemiş fikirden fırsat avcılığı yaptığı yıllar.
Otis, Ankara keçisinde yepyeni bir fırsatın sinyallerini görür.
Hemen Guadalupe Adası'nda bir keçi çiftliği kurmaya karar verir.
Kurar da.
* * *
Ama kısa süre sonra keçi işinin kendisini sarmadığını fark eder.
Ne var ki, Kaliforniya onu hálá sarmaktadır.
Güney Kaliforniya'ya gider, oraya yerleşir ve gazetecilik hikáyesi işte böyle Ankara keçisiyle başlayan bir macera güzergáhının son durağı olur.
L.A. Times, işte böyle bir duygunun ürünüdür.
Ama bir gazetenin ve onun patronunun hikáyesi, öyle bir çırpıda anlatılacak bir hikáye değildir.
* * *
L.A. Times 1960'lara kadar vasat bir gazete olarak devam eder.
Vasat diyorsam, öyle masum bir gazete diye algılamayın.
Yükselen işçi hareketlerine, demokratlara karşı her türlü pis işin içinde olan, sahibinin gayrimenkul işlerine ‘‘her türlü hizmeti’’ veren bir yayın organıdır.
1950'li yılların sonunda Time Dergisi, Amerika'nın en ‘‘berbat’’ gazetelerini seçer.
Yapılan araştırmada, birinciliği Chicago Tribune Gazetesi alır.
Berbat sıralamasında ikinci sıra ise L.A Times'ındır.
Hatta şöyle bir hikáye bile anlatılır.
Amerika'nın ünlü şahsiyetlerinden biri bir gün seyahat ederken, New Mexico'nun Albuquerque kentine gelir.
Tren istasyonunda beklerken, bir hamala, ‘‘Oğlum bana bir gazete al getir’’ der.
Ondan sonrasını o ünlü şahsiyetin ağzından aynen aktarıyorum:
‘‘Zavallı hamal herhalde işitme özürlüydü. Çünkü ben ondan bir gazete alıp getirmesini istedim. O bana L.A Times'i getirdi.’’
Bir müesseseyi, onu çıkaran zihniyeti aşağılamanın bundan daha ince bir yolu mümkün müdür?
1960'lı yılların büyük dönüşümü ve çalkantıları başladığında, L.A Times işte böyle bir gazeteydi.
Ama sonradan sihirli bir değnek ona dokundu.
Ailenin son üyesi, yani kurucusu olan Otis'in adını taşıyan son üyesi, gazetenin yayıncılığına geldi ve işte o gazete bugünün mükemmel L.A Times'i oldu.
Rodos'ta o iki kulenin ve duvarların arkasından fışkıran minarenin gölgesinde işte bu hikáyeyi okuyorum.
* * *
Kıssadan hisse mi?
O malum diyalektik hikáye.
Hiçbir şey bir an önceki gibi değildir.
Her şeyin başında ve sonunda insanlar vardır.
Tasarlayan, devam ettiren ve değiştiren insanlar.
Tabii bir de batıranlar.
Onlarla ilgili olarak sözüm meclisten dışarı.
Ama görüyorsunuz, mütevazı bir Ankara keçisi, inanılmaz bir başarı hikáyesinin fikir babası olabiliyor.