Paylaş
Kapakta şu harika cümlelerle başlıyor:
“Dört duvarın, tel örgünün, meşhur yasakların sahipleri
Seyir bile edemezken içimizdeki şenliği
Yılgı yanımıza yanaşamazken
Bizi kıvıl kıvıl bekliyor hayat
Yıkılmak elinde mi...”
***
Arka kapak ise olağanüstü bir kehanet ile bitiyor:
“Derin bir nefes alın arkadaşlar.
Bizim yüzyılımız asıl şimdi başlıyor”.
***
Sol, anarşist, genç, cüretkâr, müdanasız, cesur, yeni...
Ve harbi mi harbi...
Derin bir nefes aldım.
Bana da iyi geldi.
Bir de, 1980’lerde yazdığım “Elveda Başkaldırı” kitabını cover yapma zamanı geldi diye düşündüm.
“Hoş geldin yeni isyan...”
***
İkinci sayfa, bir hastanenin refakatçi odasında alınan telefonla başlıyor:
“Alo, dozerler geliyor Timur...”
Yeni Harman’ın dozer klavyeleri Gezi Bostanı’na dalıyor.
***
Dördüncü sayfada tanıdık bir ses var... Ertuğrul Kürkçü...
“Bilmedikleri bir güçle karşı karşıyalar” diyor ve “direngezi”yi anlatıyor:
“Tek boyuta indirgenemeyecek kadar çoğul ve karmaşık...
Ancak bütün gidişata rengini veren yeni bir öğe var.
İdeolojik üstünlük kimse tarafından sağlanmış değil.
Karmaşık bir muhalefet dili.
O nedenle kimsenin oraya taşımadığı ve kimsenin burnunun ucundan bir yere çekemeyeceği kadar kendisi olan bir hareket.
Yeni bir dili var. Eski sloganlar yok.
Siyasi hareket bürolarında hazırlanmamış. Spontane.
Eskiden X hareketinin başkanını, bürosunu, bayrağını biliyor ve ona çullanıp başa çıkabiliyorlardı.
Ama şimdi böyle bir adres yok.
Bilmedikleri bir güç karşısında dehşete kapılmış durumdalar”.
Ve son tahlil:
“Bu direnç Tayyip Erdoğan’ı iktidar iddia ettiği her yerde sıkıştırarak genel seçimlere kadar takip eder”.
***
Sayfa 6: Hayrettin Belli diyor ki:
“Gezi Parkı direnişi, 12 Eylül düzeninin sonu olabilir”.
Bir sayfa sonra 68 kuşağının efsane ismi Tarık Ali noktayı koyuyor:
“Bu hareket demokratik diktatörlüğe meydan okuyor”.
“Demokrasi” ve “diktatörlük”...
Yüzde 50’yi “her istediğini yapma vizesi” sananların asla anlayamayacağı çoğulcu bir oksimoron...
Artık biliyoruz ki, bu oksimoron, 21’nci yüzyıl demokrasisinin yeni anayasasında yazılı...
Sandık, diktatörlüğe ve tek adamlığa ehliyet vermez.
“İstanbul sakinleri yeni bir şeyi ateşledi” diyor ve cümlesini tamamlıyor:
“Bu sadece başlangıç...”
***
Durun acele etmeyin, “Ya sosyal medyayı sustururlarsa” sorusu da var.
Cevabını Ragıp Duran veriyor:
“Direnişi akıllı telefonlar yapmıyor ki, akıllı çocuklar yapıyor...”
Ve o akıllı çocuklardan biri, elindeki boya fısfısı ile graffitisini yüreğimin duvarına püskürtüyor:
“Ne Taksim’i anne ya... Kadıköy’de arkadaşlara takılıyorum...”
Anne de biliyor ki, bu ülkede iki haftadır her yol Taksim’e çıkıyor...
***
Ve sonsöz hakkını Selim Yalçıner’e bırakıyorum:
“Güzel ülkem, yalnız değilmiş...”
Gezi Türkiyesi’nden insan manzaraları
EZAN FARKI Arkadaşlarının gözaltına alınmasını protesto eden avukatlar, ezan sesini duyunca ara veriyor. Ama, Taksim Meydanı’nda eylemcilerin üzerine saldıran polis, ezan okunmaya başlayınca gaz atmaya devam ediyor.
DEVİR FARKI 28 Şubat’ta Hürriyet’in attığı “Bu defa silahsız kuvvetler halletsin” sözüne en galiz küfürlerle saldıranlar, Başbakan Danışmanı Yalçın Akdoğan Diyarbakır’da “Artık silahsız kuvvetler devrede olmalı” deyince tek kelime etmiyorlar.
Rezil pankarta ilk gün tükürmeliydik
BAK arkadaş...
O iğrenç pankartı gördüğüm an ne hissettiğimi sana bütün açıklığıyla anlatayım.
Hani şu Başbakan’ın eşi hakkındaki tiksindirici pankarttan söz ediyorum..
Bütün kalbimle söylüyorum, o an bir “Yarını bekleyemedim” yazısı yazıp içimdeki öfke geçmeden aktarmak istedim.
Ama çekindim.
“Münferit bir olay. Gazeteler vermemiş. Şimdi ben yazarsam, duyulmasına ben neden olacağım” gibi bir endişeye kapıldım.
***
Şimdi bakıyor ve anlıyorum ki... Yanılmışım...
Anında, hemen o an yazmalıymışım.
Sadece ben değil, hepimiz anında bu pankartın üzerine çullanıp, yırtıp atmalıydık.
Başbakan’ın eşi olduğu için demiyorum.
Bir kadın için böyle iğrenç bir pankartın hazırlanması ve gösterilmesinden söz ediyorum.
Başından beri “Gezi Par-kı”nın içinde oluşan yeni ruhu bütün kalbimle destekledim.
O nedenle böyle rezil bir pankartın, o ruha ihanet olduğunu düşünüyorum.
***
Aynı duyguyu, tartaklanan türbanlı kadın ve çocuğu için de hissediyorum.
Hürriyet internet sitesi önceki gün bu haberi manşetine taşıdığında, önce irkildim.
Yine aynı samimi duyguyla irkildim.
Yani “Münferit bir olay, çok kötü tahriklere yol açabilir” diye endişelendim.
Ama gece uyuyamadım.
Haksızlık bir kişiye bile yapılsa karşı çıkmalıydık. Kandilde simit dağıtan, namaza duran yoldaşını koruyan, ezan başlayınca konuşmasını kesen yeni Gezi Ruhu, Türkiye’ye yeni bir adalet duygusu getirmeli.
Gezi hareketini işte bu ruhu yarattığı için destekliyorum.
Eylemin ilk gecesinin sabahında çevreyi temizleyen o ruh, sadece maddi çöpleri değil, böyle rezil sloganları da çöpe atmayı bilmelidir.
Belki o zaman başbakanlar da Kadıköy vapurundan inen kadınlar hakkında o sözleri söylemez.
Ayrıca Bergüzar Korel’e yapılan rezil saldırıyı hep birlikte kınarız.
Sen ne güzel ağır abimizdin be Polat
NE adamdı o... Ne adamdı...
Kuzey Irak’ta zalim Amerikalının başına çuvalı geçirmişti.
Gladio onun önünde diz çökmüştü.
İstanbul’da âlem denince, onun borusu öter, silahlı bütün maçları onun düdüğü bitirirdi.
Adam gibi adamdı... Polat Alemdar’dı...
Eline silahı bile alması gerekmezdi.
Hafif bir kaş çatışı yeterdi.
Her gün bir karizmayı fena halde çizen Gezi çocukları vadinin koskoca kurdunu bir gecede maymuna çevirdi.
Gitti koskoca Polat Alemdar...
Bir biber gazı bile yemeden, sabaha karşı bir tweet tarakasında ağır abiliğini kaybetti, gitti.
Plebisite bile gerek kalmadı...
Paylaş