LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
EVLERİNİ su basınca, Gülümsün’le Ercan bizim eve yerleştiler.Onlar beş kişi.
Eşimin annesi de bizde.
Böylece evimizin nüfusu bir anda altı kişi arttı.
Bu, torunum Sinan Ali’nin bizde ilk kalışıydı.
* * *
Sinan Ali Saatçi, ailemizin üç isimli ilk ferdi.
Aslında ikincisi ama birincisi tutmadı.
İlk torunumun adı Zeynep Selin’di.
"Zeynep" o kadar dominant bir isim ki, yanında başkalarını yaşatmıyor.
O nedenle artık sadece Zeynep diyoruz.
Sinan Ali ise daha ilk günden "Sinan Ali" oldu.
Tabii bu arada büyük bir fonetik tartışması yaşadık.
Ben, "Ali Sinan" demenin daha kolay olduğunu iddia ettim.
Sanki Ali Sinan Saatçi demek daha etkili oluyor gibi geldi.
Ercan ise müzisyen olduğu için, ses uyumu bakımından Sinan Ali demenin daha doğru olduğunda ısrarlıydı.
Doğal olarak onun dediği oldu.
* * *
Ailemin şeceresini geriye doğru gözümün önünden geçirdim.
Öyle üç isimli pek fazla insan bulamadım.
Galiba babamın amcalarından birinin adı Ali Osman’dı.
Oysa, çoğumuzun birer göbek adı var.
Ama bunlar resmi kayıtlara geçirilmemiş.
Mesela benim göbek adım, baba tarafından dedemin adı olan "Tahsin"dir.
Bunu kız kardeşlerimin bile bildiğini sanmıyorum.
Bilinmemesine hayıflanmıyor da değilim.
Düşünebiliyor musunuz.
Ertuğrul Tahsin...
Bir gazeteci için çok iyi bir isim olabilirdi.
* * *
Akşamları Sinan Ali’yle karşılıklı oturuyoruz.
İsminden dolayı mı öyle yoksa gerçekten mi bilmiyorum; ama tam bir Sinan Ali.
Yüz hatları falan daha şimdiden üç isimi hak ediyor.
Ciddi, oturaklı, isimlerinin üçünün de hakkını veren bir ifade.
Zeynep de tam Zeynep.
Tanıdığım bütün Zeynep’ler gibi neşeli, güzel, modern, akıllı...
İnsan koltuğun dede tarafında oturunca, karşı taraftakiler işte böyle görünüyor.
Ben kalabalık bir ailede büyüdüm.
Dört kardeştik.
Babaannem de bizimle kalırdı.
Liseyi bitirip Ankara’ya gidince kalabalık aile ortamından da koptum.
Sonra en fazla üç kişilik aile olarak yaşadık.
40 yıl sonra yeniden böyle kalabalık aile hayatına geçince tabii ilginç gözlemlerim oldu.
* * *
Mesela eşim...
Davetlere gitmeyi pek sevmeyen, gece hayatından hep uzak durmuş olan Tansu birden huy değiştirdi.
Her sabah çıkarken bana, "Bu akşam bir yere gidelim" demeye başladı.
Eşinin her dediğine evet diyen bir erkek olarak ben de kendimi bir anda İstanbul’un gece hayatında buldum.
İstanbul geceleri konusundaki bilgi eksikliğimi bir haftada kapattığımı bile söyleyebilirim.
Tabii evdeki kalabalık azalınca eski münzevi hayatımıza döneceğimizden kendim kadar eminim.
Teknolojinin hayatımızda neleri etkilediğini de bu sayede öğrendim.
Mesela evde hangi kanalın seyredileceğine kim karar verecek?
Bu konuda torunum Zeynep ile eşimin annesi arasında tartışma çıktı.
Zeynep DVD’den "Madagascar" filmini seyretmek istiyordu.
Perihan Hanım ise "Aliye" dizisini.
Bu tartışma sırasında araya girip, NBA’in tekrar maçlarını seyretmek istediğimi söylemeye cesaret edemedim.
Tabii ki kazanan Zeynep oldu.
"Madagascar" çizgi filmini üçüncü defa seyrettikten sonra, evde derin bir keşif gezisine çıktım.
Bu sayede, evimin hiç kullanılmayan odalarını ve oralardaki televizyonları buldum.
Keşfetme duygusu, küçüklüğümden beri kişiliğimin en kuvvetli yanlarından biridir.
Anlayacağınız, 58 yaşında onun büyük yararını gördüm.
* * *
Bu yıl evimizin yanında, bahçemizi de ışıklandırdık.
Sitemizin öteki evleri de ışıl ışıldı.
Sığındığım küçük odanın geniş penceresinden dışarı baktığımda, yılbaşının güven veren neşeli ışıklarını ve sesini işittim.
Geniş ailemin üst kattan gelen sesi, Thomas Mann’ın kahramanı Tonia Kröger’in dinlediği, alt kattan gelen üç tempolu müziğinin aynısıydı.
Yani hayatın gerçek sesi...
Yeni yıla işte bu duygularla girdim...
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Yazarın Tüm Yazıları