Paylaş
Türkiye’nin Altınoluk sahili...
Genç adam, karşıdan gelen helikopteri gördüğünde, batmış bir teknenin suyun üstünde kalmış 1.5 metrelik burnunun üzerindeydi.
Gün aydınlanmıştı ve 3 kilometre ötedeki sahil bütün açıklığı ile görünüyordu.
Bindiği tekne batalı 9 saat olmuştu.
Şubat ayıydı ve deniz suyu 14 dereceydi.
Teknenin batmamış burnunda hayat mücadelesi veriyordu ve hafif uykulu gözleri onu geçmişe götürmüştü.
Henüz 20 yaşındaydı... Ve hayatı, o sahilden 1000 kilometre kadar uzakta, küçük bir kasabada başlamıştı.
Üç-beş gün sonra Türk gazeteleri onu, Esad zulmünden kaçan herhangi bir Suriyeli göçmen olarak yazacaktı.
Onu sıradan göçmenlerden ayıran tek şey ise teknenin burnunda çekilen ve bütün dünyanın aklında kalan o fotoğraftı.
Bu, geçen pazar akşamı Leonardo DiCaprio’ya Oscar ödülünü kazandıran “Diriliş” filmine benzeyen bir hayatta kalma hikâyesiydi.
BİRİNCİ PERDE
Kamışlı’da
PELAN Hüseyin, Kamışlı’da doğmuş bir Kürt delikanlısıydı... Burası, son yıllarda bütün dünyanın tanıdığı Rojava adlı Kürt bölgesinin ortasında bir kasabaydı.
Dört kardeşi vardı. Ancak biri daha vardı ki, onu beşinci kardeş olarak biliyordu.
Çocukluktan beri en iyi arkadaşı olan Mehmet’le, üç adım ötedeki Türkiye sınırına bakar hayaller kurardı.
17 yaşına geldiğinde, o trajik olaylar başladı.
Suriye parçalanıyordu ama Kamışlı’da hayat devam ediyordu.
Ancak, Kobani olayı patladıktan sonra, hiç beklemedikleri bir olayla karşılaşacaklardı.
Buralara hâkim olan güç PYD’nin açık adı “Demokratik Birlik Partisi”ydi ama partinin demokrasi ile uzak yakın bir ilgisi yoktu.
Despot bir yönetim anlayışına sahipti.
IŞİD istilasına karşı direnen PYD, otonom bir Kürt bölgesi yaratma planını uygulamaya başlayınca, işler değişti.
PYD, bölgede, 18’le 30 yaş arasındaki bütün Kürt erkekler için zorunlu askerlik kararı aldı.
Oysa Pelan ve Mehmet’in savaşla ilgisi yoktu.
Bir süre direndiler ve sonunda hayatlarının en önemli kararını aldılar.
Kamışlı’yı terk edecekler, Türkiye’ye geçecekler, oradan da Avrupa’ya gidip kendilerine yepyeni bir gelecek hazırlayacaklardı.
Önce Türkiye’ye geçecekler, oradan Yunanistan üzerinden Sırbistan’a gideceklerdi.
İki arkadaşın yolları orada ayrılacaktı.
Pelan Almanya’ya gidecekti.
Mehmet’in hedefi ise İsveç’te akrabalarının yanıydı...
İKİNCİ PERDE
Türk polisinin 6 Şubat baskını hesapları altüst ediyor
ONLAR için belirlenen yer, Altınoluk civarıydı.
Önce oraya gittiler. Her şey hazırdı.
Denizin ve hava şartlarının müsait olduğu bir geceyi beklemekten başka bir şey kalmamıştı.
Onları hayallerine ulaştıracak olan Lesbos Adası Altınoluk sahilinden sadece 10 kilometre ötedeydi.
Kamışlı’da bir çocuğun neredeyse her gün yürüyerek yaptığı mesafeden bile azdı.
Ancak Altınoluk’ta beklerken, 6 Şubat gecesi hiç beklemedikleri bir olay meydana geldi.
Türk polisi civarda, Suriyeli göçmenler için kaçak şişme bot üreten üç atölyeyi bastı.
Çünkü o günlerde nehirlerin altından başka sular akmaya başlamıştı.
Merkel Türkiye’ye gelmiş, 3 milyar Euro teklif etmiş, Türkiye geçişleri daha sıkı kontrol etmeye başlamıştı.
6 Şubat’taki bu baskının, 8 Şubat günü alın yazıları haline geleceğini akıllarından bile geçirmemişlerdi.
Önce Assos’a gittiler.
Ve 7 Şubat akşamı bekledikleri haber geldi. O sabaha karşı yolculuk başlıyordu.
Ancak gece karanlığında Assos sahiline gittiklerinde kendilerini bir sürpriz bekliyordu.
Kendilerine şişme botla geçecekleri vaat edilmişti, ancak karşılarında cam elyaftan yapılmış sadece 9 metre boyunda bir tekne duruyordu.
6 Şubat baskını, şişme bot olayını bitirmişti.
“Doğan” adlı tekneye 40’a yakın insan binecekti.
Üstelik, polis can yeleği satan dükkânları da kontrol altına aldığı için 10 mültecinin üzerinde can yelekleri de yoktu.
Bir tartışma başladı.
Teknedekilerin çoğunluğu Kürt’tü... Ötekiler arasında Iraklı, Suriyeli Araplar ve İranlılar vardı.
Pelan’ın Kamışlı’dan tanıdığı Ahmet adlı bir doktor, ailesinin 8 üyesi ile tekneye biniyordu. İtirazlar başlayınca, insan kaçakçıları da seslerini yükselttiler ve “Ya binin ya çekin gidin” diye bağırdılar.
Alın yazısını çizecek kararın verilme zamanı gelmişti.
Aralarından sadece bir İranlı gitmekten vazgeçip Assos’ta kaldı.
Herkes alın yazısını kendi eliyle yazmıştı.
ÜÇÜNCÜ PERDE
Pelan’ın Kürtçe adının Türkçesi bir işaretti
SABAH saat 02.00’ye doğru teknenin motoru çalıştı ve yolculuk başladı.
Çoğu zaman olduğu gibi dümene mültecilerden biri geçti.
Pelan’ın içi rahattı. Adı Kürtçede “Dalga” anlamına geliyordu ve yüzme biliyordu. Kamışlı’da yaşarken bunun bir işaret olduğunu hiç düşünmemişti.
* * *
Yüzme biliyordu ama hesaba katmadığı bir şey vardı. Suyun sıcaklığı... Deniz suyu 14 dereceydi. Şubat ayıydı.
Suya giren herkesi bekleyen ilk tehlike, boğulmadan bile önce hipotermiydi...
Yani donmak...
* * *
Kıyıdan daha 3 kilometre ayrılmadan tekne su almaya başladı.
Boşaltmaya uğraştılar, ama tekne büyük bir hızla battı.
Bir anda kendilerini 14 derece suyun içinde buldular.
Pelan önce hızla sahile doğru yüzmeye başladı. Ama soğuğun da etkisiyle çok çabuk yorulunca, enerjisini harcamadan bekleme kararı aldı.
Etrafındaki çığlıklar iyice azalmıştı. Bazıları, umutsuzluğa kapılmış ve kendilerini Ege’nin sularına bırakıp gitmişti.
Zaman zaman karanlığın içinden birbirlerine cesaret veren sesler yükseliyordu.
Mehmet de yakınlardaydı. Ancak kuvvetli akıntı, onları giderek birbirinden ayırıyordu.
Pelan bir an kendinden geçti. Tekrar kendine geldiği zaman, artık Mehmet’i göremez olmuştu. Ona seslendi, ama cevap alamadı.
* * *
Artık hava aydınlanmaya başlamıştır. Biraz ileride bir Türk balıkçı kayığını görür. Denizdeki cesetleri toplamaktadır.
Seslenir ama duyuramaz ve birkaç cesedi alan balıkçı kayığı uzaklaşır.
İşte tam o sırada, biraz ileride, batan teknenin suyun dışında kalan ucunu fark eder. Oraya doğru yüzmeye çalışır, ancak yaklaştığında suyla karışan motorin vücudunu yakmaya başlar.
Batık teknenin ucuna zorla tırmanır.
Ve üstünde durmaya çalışır. Saatler geçmektedir ve direnme gücü artık sonuna gelmiştir.
Pelan dua ederek gelmekte olan ölüme hazırlanmaya başlar.
Ancak ona 8 saat önce kötü bir sürpriz hazırlayan hayat, şimdi ikinci bir sürprize hazırlanıyordur.
DÖRDÜNCÜ PERDE
Tuncay Teğmen’in İranlı mülteciden aldığı bilgi
AYNI saatlerde Sahil Muhafaza’ya bağlı bir Türk teğmen elinde dürbünle denizi taramaktadır.
Denizden 25 ceset çıkarmışlardır. Bazılarını canlı kurtarmışlardır. Kurtardıkları kişilerden biri Murtaza adlı bir İranlıdır. Hemen bir tercüman bulunur ve ondan aldıkları bilgilerden, gidenlerin 40 kişi olduğunu öğrenirler.
Teğmen şaşkınlık içindedir. Bu kadar kötü hava şartlarında, bu insanlar nasıl olur da denize çıkmış ve Türk sahilinden de bu kadar uzaklaşabilmişlerdir.
Bu arada Kamışlı’daki doktor Ahmet’in 8 kişilik ailesinden, sadece kendisi ve gelini kurtarılmıştır.
Türk teğmenin adı Tuncay Ceylan’dır...
Ondan aldığı bilgilerle kötü hava şartlarına rağmen helikopteri kaldırır.
Kendinden geçmekte olan Pelan, uzaktan gelen helikopter sesiyle kendine gelir.
Helikopter üzerinde bir daire çizer ve teknenin ucundaki çaresiz Pelan’ın tam üzerinde sabitleşir.
Biraz sonra ucunda bele bağlanacak kalın kemer bulunan bir halat aşağı uzanmıştır.
Pelan kalan son gücüyle kemeri boynundan geçirir...
Şimdi Türk Sahil Muhafaza’nın helikopteri ile hayata doğru dönmektedir.
Helikopterin zeminine yatırılır, kuru elbise verilir, üzeri bir battaniye ile örtülür...
Helikopter Altınoluk’a inerken, Pelan, arkadaşı Mehmet’i düşünür...
Ancak kendisini bekleyen şey, altı gün sürecek bir soruşturmadır.
Altıncı gün, Altınoluk Jandarma Komutanlığı binasından çıkarken, aklı hâlâ Mehmet’tedir...
Kurtarılan kişiler arasında onun adı yoktur.
BEŞİNCİ PERDE
Bursa morgunda sırtı dövmeli cesedin sırrı
PELAN jandarmada sorguya çekilirken, batan tekneden çıkarılan cesetlerin, Bursa Devlet Hastanesi morguna kaldırıldığını öğrenir.
12 Şubat öğleye doğru jandarma binasından çıktıktan sonra bulduğu ilk otobüsle 300 kilometre ötedeki Bursa’ya hareket eder.
Hastane morgundan içeri girerken içinde hâlâ bir umut vardır. Kendisine gösterilen cesetlerin bir bölümü tanınmaz haldedir.
Tanınabilir durumda olanlar arasında Mehmet’i görmeyince umutlanır.
İşte tam o sırada, gözü, cesetlerden birinin sırtındaki işarete takılır.
Cesedin sırtındaki işaret büyük bir dövmedir...
Kamışlı’daki sakin öğleden sonrasını hatırlar.
Beşinci kardeşim dediği Mehmet’in o sözleri gelir aklına...
“Pelan bu dövmeler var ya... İsveçli kızları işte dövmelerle yakacağım...”
O dövmelerin ancak cesedinin teşhis edilmesine hizmet edeceğini aklına bile getirmemişti...
Pelan o gün anladı ki, mültecilik meçhule giden bir gemiye binmektir...
Xalo’ya 1500 Euro ödediler ve ocakta yola çıktılar
SURİYE’nin o bölgesinde yaşayan her insan gibi onların cebinde de iyi bir adres vardı.
Böyle durumlarda “Xalo” (Dayı) denilen ve güvendikleri bir kişiye
1500 Euro verilirdi.
O kişi Türkiye’deki insan kaçakçıları ile teması sağlar ve bunun karşılığında bir komisyon alırdı.
Kaçakçılara bir kaparo verilir, geriye kalan kısmı ise mülteciler bir Yunan adasına sağ salim ulaştığında ödenirdi.
Ceplerindeki adres İstanbul’un Aksaray semtindeydi. Yunanistan’a nereden geçileceğine onlar karar veriyordu.
Böylece ocak ayının ilk haftasının sonunda, doğdukları Kamışlı’yı terk ederek Türkiye’ye geçtiler.
Hayatlarını değiştirecek olan bu kararın büyük bir trajedi ile sonuçlanacağı akıllarından bile geçmiyordu.
İki genç insandılar ve parlak bir Avrupa geleceği onları bekliyordu.
NOT: Altınoluk sahilindeki mülteci faciasında 23 kişi hayatını kaybetti. Bunların 11’i çocuktu. Bu yazıdaki bilgileri, Altınoluk’a bir muhabir gönderen Paris Match dergisinden derledim. Senaryo her zamanki gibi bana ait.
Paylaş