Paylaş
Bir konuşma yapmak için “Atılım Üniversitesi”ne gitmiştim.
Orada Hacettepe Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yaptığım yıllarda, aynı bölümde çalıştığım arkadaşım Prof. Ayhan Tan’ı gördüm.
Bana 12 Eylül döneminde yaşadığı bir olayı anlattı.
* * *
Askeri dönemin ilk yıllarlıydı. Hacettepe Üniversitesi Rektörü Yüksel Bozer çalıştığım İktisadi ve Sosyal Bilimler Fakültesi’ne bir yazı yazarak, askeri yönetimin 6 öğretim üyesi hakkında işlem yapılmasını istediğini bildirmiş.
Bunlar arasında CHP’den milletvekilliği yapan Abdülkadir Ateş ve ben de varmışım.
O dönemde fakültenin dekanı Prof. Emel Doğramacı, çalıştığım İşletme Bölümü’nün başkanı ise Prof. Gülay Coşkun’du.
Ayhan Tan da bölüm başkan yardımcısıydı.
Rektör Yüksel Bozer’e gidip, “Bu arkadaşlar sol fikirlidir ama hiçbir terör örgütüyle ilişkileri yoktur” demişler.
Bozer de “Size güveniyorum” deyip, üniversiteden atılmamızı isteyen yazıyı yırtmış.
* * *
İşte bu olayı öğrendikten 5 gün sonra Çağan Irmak’ın filmini seyrettim.
Bu filmi sevmemek mümkün mü? Tabii ki çok sevdim.
Gülmekle ağlamak arasındaki o en insani bölgede geçen olaylar, olağanüstü bir incelikle ve zarafetle verilmiş.
İnsan, benim gibi göçmen bir ailenin çocuğuysa bir de Egeli ise kendine ve ailesine ait bir sürü şey buluyor.
Diyeceğim tek şey, mutlaka gidin seyredin, çocuklarınızı götürün.
Ama bu mükemmel filmle ilgili bir itirazımı dile getirmeden de geçemeyeceğim.
Filmde her şey çok güzel, harika bir incelikle anlatılmış.
İnsanla ilgili “ayrıntı zarafetine” çok özen gösterilmiş.
Ama bir tek öğe var ki, aşırı şematik kalmış.
12 Eylül dönemi...
* * *
Filmde 12 Eylül, askeri rejimin tayin ettiği, kaba saba, hırçın, ruhsuz, kötü, felaket bir belediye başkanından ibaret bir olgu olarak anlatılıyor.
Haddinden fazla şematik bir 12 Eylül anlatılmış.
Öyle ki, o sofistike, derin, insani dedenin intiharı, sanki sadece belediye başkanından gördüğü kötü muameleden kaynaklanıyor gibi bir duygu alıyorsunuz.
Oysa, estetize edilmiş o intiharın, Girit’ten beri taşınan derin katmanları olduğunu biliyorsunuz.
* * *
Şu gerçeği hayatımın son gününe kadar yazmaya devam edeceğim.
11 Eylül anlatılmadan, 12 Eylül’ü anlatmak mümkün değildir.
Çağan Irmak benim gibi İzmirli... Benim gibi koç burcu...
1970 doğumlu. Yani 12 Eylül’de henüz 10 yaşındaymış.
Ben 27 Mayıs darbesini 13 yaşımda yaşadım.
Benim için 27 Mayıs, babamın hayranlıkla desteklediği Adnan Menderes’in devrilmesinden ibaret bir şeydi.
Ama bugün onun oğlu Aydın Menderes bile babasının döneminde yapılan bazı hataları rahatlıkla anlatabiliyor.
Bunları anlatmak, askeri darbeleri aklamak anlamına katiyen gelmez.
Sadece sivillerin sorumluluğunu da hatırlatmış oluruz ki bu çok önemli bir şey.
Çağan Irmak da koç burcu ama itirazım var
12 Eylül, hiç şüphesiz bir askeri darbeydi.
Ama nasıl Çağan Irmak’ın dedesinin insanları varsa, 12 Eylül rejiminin de insanları vardı.
Prof. Emel Doğramacı, YÖK’ün kurucusu İhsan Doğramacı’nın kız kardeşi. Ama 12 Eylül’ün hiçbir baskısını bize yansıtmadı.
Görüşüm şudur:
11 Eylül gününü hiç anlatmadığımız, darbe tarihini 12 Eylül sabahından başlattığımız için, genç nesillere, şematik bir askeri darbe tarifi bırakıyoruz.
* * *
Oysa Çağan Irmak, her dönemin insanlarına, şematizme düşmeden, önyargısız bakmayı biliyor.
Girit’te kötü Rumların yanında iyiler de var.
Kürt çocuklarına kötü davranan Türklerin arasında iyiler de var.
Buna karşılık Girit’ten gelen mübadil Türklere burada kötü muamele yapan, parasını çalan Türkler de var.
* * *
Filmde total olarak sadece bir tek kötü insan var o da 12 Eylül’ün Paşa başkanı...
11 Eylül ise, sadece duvara “Tek yol devrim” yazan birkaç genç tarafından temsil ediliyor.
Peki nerede, daha geçenlerde kaybettiğimiz Server Tanilli’yi, Bedrettin Cömert’i vuran ülkücüler.
Nerede Gün Sazak’ı sokak ortasında katleden güya solcular...
Bu ülkede, bu önyargılar sürdükçe 12 Eylül’ün de, yakın tarihin de samimi ve objektif hikâyesi yazılamaz, filmi çekilemez. Çünkü bunu yapmaya kalkana, ya burnuna küflü bir komplo teorisi dayatılacak ya da şu söylenecek:
“Büyük fotoğrafa bak.”
Doğru, büyük fotoğraf askeri darbe. Bütün kötülüklerin anası.
Ama unutmamamız gereken bir şey daha var.
Dünyanın hiçbir tarihi, sadece büyük fotoğraflardan ibaret değil.
Ben, 11 Eylül gününü de unutamıyorum ve unutturmamaya çalışıyorum.
“12 Eylül öncesi ve sonrası insanlarına” da daha adil bakmaya çalışıyorum.
Ama umutsuzum.
Çağan Irmak gibi, insan ruhundaki ayrıntı zarafetinin sihirbazı bile bunu başaramıyorsa, bildiğimiz bütün tarihler, kaba saba şemalardan ve keyfimize bağlı hurafelerden ibaret kalacaktır.
* * *
Bu da normaldir.
Tarihi muzafferler yazar.
Bense, muzaffer bir demokrasinin, tarihin hiçbir ayrıntısını atlamaması gerektiği kanaatindeyim.
Diyeceksiniz ki; sanatçının şematize etme hakkı vardır.
Biliyorum ama ne yapayım, evimin üç metre ilerisinde öldürülen arkadaşım Bedrettin Cömert’in arabası içindeki görüntüsü 30 yıldır gözümün önünden gitmiyor.
Paylaş