Paylaş
Çocuklarımız... Aslanlarımız...
***
Güle güle gittiler...
Aileleri güle güle uğurladı...
***
Gelen şehidi milletçe yüreğimize gömdük.
Gömeceğiz...
***
Ve hepimiz şunu da bileceğiz.
Kahraman evladımız vatanı için canını verdiyse eğer, bizim de ona karşı bir borcumuz, içilecek bir andımız var.
***
Önce şuna iman edeceğiz.
Biz bu savaşta haklıyız ve kazanacağız.
***
Başımızdaki şu kutuplaşma musibetine bir son vereceğiz.
Tek yürek olacağız. Birleşeceğiz. Birbirimize kenetleneceğiz...
Dünyanın en güçlü millet duvarını çekeceğiz, Ortadoğu’nun makus talihini yeneceğiz.
***
Sonra bu ülkeyi, onların bu fedakârlığına değecek, onların genç gönlündeki büyük ülke haline getireceğiz.
***
Avrupa Birliği ile yeniden başlayan müzakereleri, hiç vazgeçmeden sürdüreceğiz.
Köprülerimizle, yollarımızla, sanayimizle, yetişmiş elemanımızla ulaştığımız şu noktada, Avrupa’nın güçlü Türkiyesi’ni kuracağız.
***
Nur içinde yatın kahraman çocuklarımız.
BAKIN HANIMLAR KADIN OLUNCA NE OLUYORMUŞ
İKTİDARA yakın bir gazetenin köşe yazarı...
Köşesinde sarıklı bir fotoğrafı var.
Bu mümtaz arkadaşımızın yazısı da şu cümleyle başlıyor:
“Birçok mütedeyyin ailede yetişen mütedeyyin kızlar bile ev hanımı olmayı zul, anne olmayı yük görür hale ge(tiri)ldiler.”
Şimdi bu arkadaşın gözünde de “ev hanımı” kavramı var ya...
Bakın şimdi bu hanımlar ne hale getirilmek isteniyormuş:
- “Şu an nice İslami kurum ve kuruluşlarda eğitim gören kızlar bile, ayaklarının üzerinde duran (!) kadın olmayı hedefliyorlar.”
Peki “Ayaklarının üzerinde durmak” ne demektir?
Bu mümtaz Müslüman arkadaş onu da şöyle açıklıyor:
- “Yani eşinin eline bakmayan, kendi kendine yeten ve dolayısıyla eşine veya bir başkasına eyvallahı olmayan kadın...”
Yaa gördünüz mü “hanımlıktan” veya “hanım kardeşlikten” “kadınlığa” geçen kadının başına neler geliyormuş?
ÇAYKURCUYA VE SARIKLIYA HATIRLATMA
BE adam...
Kurtuluş Savaşı’nda sırtında mermi taşıyan, savaşan kadınlarımız için siz hiç “bayan” veya “hanım” dendiğini duydunuz mu...
Ülkemizin bağımsızlığı ve kurtuluşu için “savaşan kadınlardı” onlar...
Cephede erkeklerle omuz omuza savaşan kadınlar...
O yüzden kadın kelimesinden korkuyorsunuz...
Ayakta durmasından... Savaşmasından...
Ve sizi yenmesinden...
GÜNÜN HİKÂYESİ
ÇERNOBİL’İN SURVİVOR KÖPEKLERİNİN HİKÂYESİ
1987 yılında, yani 1986 yılındaki nükleer santral kazasından bir yıl sonra Çernobil’e giren ilk 10 gazeteciden biri bendim.
O gün santralın hemen yanındaki Pripyat kasabasında gördüğüm manzarayı hâlâ unutamıyorum.
İNSANLAR GİDERKEN YAŞANAN DRAM
İnsanlar, evlerinde yemek masalarından kalkıp apar topar gitmişlerdi.
Tabaklar, çatal-bıçak hâlâ masaların üzerinde öyle duruyordu.
Tam 31 yıl sonra, geçen hafta o gece yaşanan büyük bir dramı öğrendim.
Pripyat halkı ev köpeklerine düşkün.
Ama o gece apar topar evlerinden ayrılırken, gelen askeri güçler “Köpeklerinizi bırakacaksınız” demişler...
Köpekler, giden otobüslerin arkasından uluyarak koşuyorlarmış.
Gidenler arkalarında “Zhully’yi öldürmeyin, o iyi bir köpektir” diye yazılı notlar bırakmışlar.
Ama o gece büyük bir köpek katliamı yaşanmış.
EV KÖPEĞİ ÖZELLİKLERİNİ HİÇ KAYBETMEMİŞLER
Guardian gazetesinin bir muhabiri geçen hafta işte bu köpeklerin hikâyesini yazdı...
Kalan köpeklerin bazıları kurtulmuş...
Ama çok zor bir hayatları olmuş...
Çünkü kürkleri çok fazla radyasyon depoluyormuş... En fazla 6 yıl yaşamışlar...
Yine de nesillerini sürdürmüşler... En ilginci de, ev köpeği özelliklerini kaybetmemişler...
Muhabiri gezdiren rehberi Igor elini şaklatınca ortaya çıkmışlar...
Bir sopa parçasını ileri fırlatınca koşup getirip ayaklarının dibine bırakmışlar...
BÖLGEYE GETİRİLEN MOĞOL ATLARI VE AYILAR
Şimdi o bölgeye Moğol atları ve Belarus ayıları getirildi...
Ama o bölgenin gerçek kahraman ‘survivor’ları ev köpekliğinden sokak köpekliğine geçerek nesillerini sürdüren bu canlılar...
Onları saygıyla selamlıyorum...
DEDİKODUEN FAZLA MASTÜRBASYON YAPAN FELSEFECİ KİMMİŞ
NIETZSCHE’ymiş...
Bu dedikodunun kaynağı ünlü müzisyen Wagner...
Perde arkasını da benden dinleyin... Nietzsche bir zamanlar Wagner’e hayrandı ve ikisi çok iyi dosttu... O sıralarda Wagner’e hayran Frankfurtlu doktor Otto Eiser’le tanışır...
***
Daha sonra Nietzsche ile Wagner’in arası bozulur...
İşte o günlerde Nietzsche gözündeki sorunlar, mide ve baş ağrısı sorunları için bu doktora gider.
***
Bunu öğrenen Wagner doktora bir mektup yazıp Nietzsche’nin gerçek sorunu hakkındaki görüşlerini şöyle anlatır:
Wagner’e göre Nietzsche’nin dertlerinin sebebi mastürbasyondur. Bu da “Nietzsche’nin doğaya aykırı zevk ve eğlence düşkünlüğünden, oğlancılık belirtilerinden kaynaklanıyordu”.
***
Doktor Wagner’e hayran ya... Koyduğu teşhisi ve yazdığı raporu aynen aktarır.
- “Nietzsche’nin doğaya aykırı zevk ve eğlencelere düşkünlüğü” konusunda herhangi bir belirti teşhis etmediğini yazar.
- Ayrıca şunu yazar:
“Mastürbasyon etkisinin varlığı aleyhinde hastanın kendi ifadeleri söz konusudur.”
Yani “Hasta böyle bir alışkanlığım yok diyor” demeye getirir.
Ama bunun arkasından Nietzsche’nin mahrem kalması gereken bütün tıbbi geçmişini anlatır.
- “Kuvvetli cinsel heyecan ve anormal tatmin hisleri taşımaktadır.”
- “Öğrencilik yıllarında belsoğukluğu kapmıştır.”
- “Doktorunun tavsiyesi üzerine Napoli’de geneleve gitmiştir...”
***
Koskoca Wagner’in dedikoduculuğuna ve doktorun etik anlayışına bakar mısınız...
- Julian Young: “Nietzsche”, Çev. Bülent O. Doğan, 933 sayfa, İş Bankası Yayınları, 2010. (Çok güzel bir kitap, çevirisi çok iyi. Hem Nietzsche’nin hayatını anlatıyor, hem de eserinin eleştirel özetleri var.)
İNSANLARIN BOZDUĞU İMAJI KEDİLERİMİZ KURTARIYOR
REUTERS ajansı, İstanbul’un kedilerini konu alan bir haber yayınladı.
Haberde İstanbul halkının kedilere nasıl baktığı çok güzel örneklerle anlatılmış.
Her sokakta hayvanları için mama tabakları var diyor.
Kış günlerinde esnafın kedileri üşümemeleri için nasıl içeri aldığı yazılıyor.
En güzeli de nasıl para toplayarak bu hayvanların veterinerlerde bakımının yapıldığı anlatılıyor...
Tabii bunda Ceyda Torun’un “Kedi” filminin büyük payı var.
Kedilerine sahip çıkan bu insanları da saygıyla selamlıyorum...
ALTI AYDA BATAR DİYE KORKUYORDUM 1 YAŞINA GİRDİ
HÜRRİYET’in kitap sanat eki, geçen hafta bir yaşını doldurdu.
Bir itirafta bulunayım.
Eski bir genel yayın yönetmeni olarak “Altı ay yaşasın iyidir” diyordum.
Sevinerek görüyorum ki bir yılını doldurdu.
Dergiyi yapan bütün arkadaşları kutluyorum.
Tabii asıl bu dergiyi yaşatan okurları kutluyorum.
Hep birlikte beni fena şaşırttınız. Ama inanın benim için en güzel şaşkınlık bu...
ERGİN HOCAM HİÇ OLMUYOR BU OBRADOVİÇ KOMPLEKSİ
ANADOLU Efes’in koçu Ergin Ataman hocam...
- Açık fark yiyip yenildiğin maçtan sonra Obradoviç’in elini sıkmadan ayrılırsan...
- Bunu “Zaten açık ara yenilmiş durumdaydık. 100 sayısını geçmek için son saniyede bile faul yaptırıp maçı sürdürmesine” bağlarsan...
- Bu tavrın “profesyonelliğe yakışmadığını” söylersen...
- Bu olaya bir de Melih’i alet etmeye kalkarsan...
Alınma ama bunu ancak ve ancak “Obradoviç kompleksine” bağlarım...
Yıllardır Obradoviç’in bench psikolojisini izlemiş biri olarak söyleyeyim ki...
Orada işletme fakültelerinin ders kitaplarında okutulacak bir “management psikolojisi” uyguluyor...
Ve her defasında başarılı oluyor...
Hocam sen eskiden beri övündüğümüz bir ‘koç’sun...
İnan bana olmuyor bu Obradoviç kompleksi...
GÖZLÜK VE DURUŞ NE KADAR ÖNEMLİ BİR ŞEYMİŞ
DÜN en çok içimi açan şeylerden biri Saba Tümer’in bu fotoğrafı oldu.
- Duruş harika...
- Saçların özenli dağınıklığı mükemmel...
- Gözlük, estetik olarak on numara...
“21 Günde Mutluluk” adlı bir kitap yazmış...
Vallahi bu fotoğrafıyla tek karede mutluluğu anlatıyor.
Paylaş