İçi boş kutular (9)

Gele gele “Boş Kutular”ın sondan bir önceki yazısına gelmişim. Ne demiştim işin başında?

Haberin Devamı

Kültür ve sanat etkinliklerine “mekan” olacak yer açısından İzmir’den daha zengin kent neredeyse yoktur da ülkemizde, İzmir’in kendi kültür ve sanat üretkenliği neden o yerleri doldurup taşırmaya yetmez?
İzmir’de mekan zenginliğini varsaymıştık ya, içine girince sanki mutfaksız konaklarda bulduk kendimizi. Dedim, bir de eloğlu nice mekan yapmış, birkaç örnekle ne durumdayız, bir görsek!

GENCİNDEN YAŞLISINA

35 yaşını yeni doldurmuş biri, Avustralya’da, Sydney’de: Opera House. Hani yılbaşını karşılama şenliklerinde televizyonlarda gördüğünüz yelkenlerini açıp da kanatlanmış gibi görünen yapı! Gözalıcı ayrıntısı bir yana, benzersiz çatısı 67 metreye kadar yükseliyor. 5 tiyatro salonu var: 2679 koltuklu Konser Salonu, 1547 koltuklu Opera Sahnesi, 544 koltuklu Tiyatro Sahnesi, ayrıca 398 koltuklu ve 364 koltuklu iki küçük tiyatro daha. Çalışma odaları, prova stüdyosu, 60 soyunma odası yanında, 4 lokanta, 6 bar ve alışveriş yerleri.
Bırakın Atatürk Kültür Merkezi’ni İzmir’in bütün mekanlarını bir araya getirip de içlerini doldursanız Opera House’ın salonlarını dolduramazsınız!
35’ine ayak basmak üzere bir başkası: Londra’da National Theatre. Eski Yunan tarzı döner sahnesi 8 metre aşağı inebilen, Laurence Olivier adıyla anılan, 1100’ün üzerinde koltuklu tiyatro. Aynı yerleşkede 890 ve 400 kişilik iki tiyatro daha. Sahneye koyuş yaklaşımlarının değişkenliğine göre, üretimin her aşamasını karşılayan en son teknik gereç ve donanımlarıyla birlikte gerçekleştirilmiş bir tiyatro anıtı National Theatre.
Bizim daha 20 yaşına gelememiş Sabancı Kültür Sarayı’nda, döner mi dönmez mi bir yana, sahnesi üst kata çıkmış da dekor girişine ancak bir yük asansörü bulunabilmiş!
Haydi, yaşı neredeyse 200 olmuş, 2200 kişilik Opéra de Paris ile yaşı çoktan 200’ü geçmiş, altı katlı seyirci bölümüyle 4.000 kişiye seslenebilen Milano’daki  La Scala’dan söz etmeyelim. Acaba düşünsek mi, Türkiye’de kalsaydı Leyla Gencer, dünyanın en ünlü sopranolarından biri olabilmek için bir La Scala bulabilecek miydi!

YILLAR GEÇMİŞ

Yine de övünülecek bir sanat yapımız var: Ankara’daki Opera ya da Büyük Tiyatro. 70’ini doldurmak üzere. Sahnenin orta yerinde metrelerce aşağıya inip çıkabilen koca asansörü, çalışma odaları, marangozhanesi, peruk atölyesi, ayakkabı atölyesi, giysi atölyeleri ve depoları ile daha 1930’larda tasarlanmış çağdaş bir sanat yapısı. Operası olmayan Türkiye, sanatçılarını yetiştirdikten sonra ancak 2 Nisan 1948’de Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün katıldığı törenle Adnan Saygun’un “Kerem ile Aslı” operasıyla perdelerini açabilmiş.
Opera’ya son biçimini veren bir Alman: Paul Bonatz. O günden bu yana Ankara’daki Opera gibi tiyatro – opera – bale temsillerinin soluk alıp can bulacağı tam kuruluşlu bir yapıya kavuştuk mu? Bugün neredeyse 80’indeki “Kerem ile Aslı”yı İzmir’e getirsek, acaba hangi sahneye sığar!
Bu yazılar boyunca genel çizgileriyle anlattığım tiyatro yapıları kimbilir kaç trilyon harcanıp da İzmir’in en seçkin yerlerinde yükselirlerken, geçtik Sidney’dekinden Londra’dakinden Paris’tekinden Milano’dakinden, Ankara’daki gibi alçakgönüllü bir yapı Konak’ın orta yerinde imbatına selam dursaydı, İzmir’in sanat coşkusu da başını dik tutmaz mıydı!
Ve son yazı haftaya.

Yazarın Tüm Yazıları