Paylaş
Şoför yok, keyif yapıyor bir yerlerde. Andreja, düzenin bozukluğuna öfkeli. O da soyunur başıbozukluğa, otobüstekilerin zorla paralarını alır. Sonunda kendi cebindekileri de ekler Andreja, bölüştürür herkese yeniden: Balkanlar’ın içinde çalkalandığı komünist düzeni çağrıştırır gibi.
Ya ne olur eylemin sonu? Şoför gelir, otobüsün kapısını kapattı diye levyeyi indirir Andreja’nın kafasına: Düzen, zorba şoför yönetiminde insanı yok etmiştir.
İzmir Devlet Tiyatrosu’nun sunduğu Dejan Dukovski’nin “Barut Fıçısı” gerçekte bu sahneyle başlamaz. 11 bölümlü oyunun ortasından alıp toplumsal oluşum içinde insanın düşürüldüğü varoluş açmazlarını vurgulamak için başa yerleştirmiş oyunu sahneye koyan Gürol Tonbul.
Toplum olup yaşamak aynı otobüste -ya da aynı gemide- olmaksa, böylesi bir çelişkiden başlayıp seyredilsin “Barut Fıçısı” diye düşünülmüş olmalı.
BİR YAZAR-YÖNETMEN ATIŞMASI
Oyun yine de o sahneyle başlamış değil. Daha perde açılmadan girişte, canlı mı cansız mı olduğu belli değil, bir palyaço sessizce beklemekte seyirciyi. Bir başka palyaço, içerde, sahnenin köşesinde tepkisiz durmakta. Neden? Hele oyun boyunca bir kuklacının ortalıkta dolaşıp, iplerini çekiştire çekiştire kukla oynatması da ne oluyor?
Ve nedir o kabareye dönüştürülmüş sahne? Eğlence yozlaşmasının sırıtışı bütün bedeninden sarkan o sunucu ile her ölüme neşeli şarkılar söyleyen o kadın da neyin nesi?
Ne öfkeli Andreja’nın yitip gidişi, ne Mane’nin gökteki ayı aşkın gücüyle öldüreceğim diye göle dalıp yok oluşu, ne birbirlerine kötülük ede ede sürdürülen arkadaşlıklar!
Bir dünya ki, yaşanıyor o kabarede şarkılar söylene söylene.
Ve her yok oluşta bir başka ele geçen bir yeşil elma! Son sahnede kızıla dönüşüp “ısırılmadan” yeni yok oluşların habercisi gibi...
Dukovski’nin yazdığı oyunda ne kabare var, ne şarkı, ne palyaço; hiçbiri yok. Yazarın sürekli önüne geçiyor yönetmen. Neden?
Shakespeare’in deyişiyle dünya bir tiyatro sahnesiyse, bu, yüzsüzlüğün yoğunlaşıp geçerli olduğu çağımızda kabareye dönüşmüş olmalı. Özelde Balkanlar’ın, genelde dünyanın yüz karası “şiddet”i asık surat takınıp söylemek neye yarar! Acımasızlığı bir şiirmiş gibi tersten gösterip eğlentili bir çoşkunun içinde sunmak, o yok oluşlardaki çaresiz çırpınışların sessizliğinde alaycı bir yanıt gibi.
Doğru, yönetmen Gürol Tonbul, yazar Dukovski’yi beklemediği yerde yakalamış. Kuşkusuz önce yazar var, lakin böyle yönetmenler olmazsa yazar neye yarar.
Cem İdiz’in can alıcı müziği, Tayfun Çebi’nin yoğun kızıllığa can verdiği çevre tasarımı içinde takım oyunculuğuyla bütünleşen bir başka “Barut Fıçısı”nı kim bilir bir daha ne zaman seyredeceğiz!
Paylaş