GEÇENLERDE Ergenekon’la ilgili davanın dosyalarını polis araçlarından adliyeye taşınırken gördüm.
Maaşallah sanki dava dosyaları değil, inşaat malzemeleri taşınıyordu. Bilmeyen olsa Adliye Sarayı genişletilecek zanneder. Şimdi size bir şey anlatayım. Siz karşılaştırmayı yapın, sonra karar verin. Bu dava bitince yine görüşürüz.
İki yıl önceydi. Cep telefonumdan taciz edilmeye başlandım. Arada tehditler, arada seks var. Tekmili birden. Ben öyle durumlarda biraz beklerim, baktım ki karşı taraf çok kalabalık telefon numarası kartını atarım, yeni numaramı takarım. Bu tarz olaylar kulüp taraftarınca oluyor. Fakat bu sefer daha farklıydı. Onun için numaramı değiştirmedim. Doğruca İstanbul’da savcıya gittim. Gelen mesajlar kağıda döküldü, numaralar belirlenip yazıldı. İşlem başladı. Değişik operatörlerden telefonlar geliyordu. Bazılarının adresleri mezarlıkta bile çıktı.
Müebbet yatacak, dosyası incecik
Sonra ev adresim Ankara’da olduğu için İstanbul Savcılığı dosyayı Ankara’ya gönderdi. Telefon operatörlerinden cevaplar maaşallah üçer, dörder ayda gelmiyordu. Tacizlerin ardı arkası da kesilmiyordu. Bu sefer devreye polis girdi. Yani bizim dosya büyüdükçe büyüdü. Polis öyle yerlere ulaştı ki veya bazılarının adreslerine gidilip emniyete çağrıldılar ki telefonlar kesilmeye başlandı. Ankara’da beni savcı çağırdı. Güleryüzlü tatlı bir adam. Benim dosyamı gösterdi, "Bak" dedi, "Hocam senin dosyan bu kadar." Dosyanın kalınlığı diklemesine 5 parmağınızı koyun, ondan büyük. Devam etti savcı. "Hoca" dedi, "Bu da üç adam öldürmüş bir adamın dosyası." Şöyle bir dosyaya baktım karşıdan, belki 15 sayfa. Adam müebbet yatacakmış. "Hoca" dedi, "Senin dosyana her şey yapıldı. Bazı şahısların ifadeleri alındı. Bazılarını bulamadık. Ama gel istersen şu dosyayı kapatalım. Çünkü bu kadar kalabalık ve kabarık dosyadan bir şey çıkması zor."
Yani bizim dosya kabardıkça sulandı, sulandıkça kabardı. Dosyada isimleri belli olanlar, yarın öbür gün bir şey ortaya çıkarsa bu sefer ikincide ayvayı yerler. Bu iş böyle olur. Ama birincide yırttılar. Yaptıkları yanlarına kar kaldı.
Bir karşılaştırma yapıyorum. Ergenekon davası ile Erman Toroğlu’nun dosyası arasında pek fark yok. Çünkü bir suç varsa, bırakın on sayfayı bir sayfada da bu yer alır. Aramak bulmak adına, zorlarsan dosya kalınlaşır: Finalde YOK kalır. Ergenekon davasında da bu kadar dosya varsa, sonuç benim savcının dediği gibi olacak. Altına bir imza, hadi güle güle... Tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna.
Terör varsa idam da olacak
TERÖRLE yaşayan bir ülkeyiz. Terör konusunda insanlarımızı bilgilendirmiyoruz. Bu terör yalnız kolluk güçlerinin dikkatiyle olmaz. Her vatandaş etrafına dikkat etmeli. Her vatandaş yolda gezerken, otobüse, vapura, trene, taksiye, uçağa binerken kendini bir polis memuru gibi hissetmeli. Veya onun yerine koymalı. Eğer şüphelendikleri bir şey varsa, onu gözaltında tutup acil 155’e telefon etmeleri gerekir. Ancak bu beladan böyle kurtuluruz. Bu birincisi.
İstanbul’da büyük depremde ben Ankara’daydım ve oturduğum ev 8. kattaydı. Deprem konusunda hiç bilgilendirilmediğim için yatak odasından duvarlara vura vura, kapıya geldim ve asansöre doğru koştum. Ama asansör depremde hiç kullanılmayacak bir vasıta. Ama işte insanın başından geçtiği zaman öğreniyor. Biz madem fay hattındayız ve deprem ülkesiyiz neden haberimiz yok. Bu da ikincisi.
Biz madem terör ülkesiyiz. Aynen alfabe öğretir gibi okullarda A-B-C diye, sivil toplum örgütlerinde ve dairelerde ders olarak vermeliyiz. Yalnız terör asker ve polis ile önlenemez. Özellikle büyük şehirlerde de hemen hemen her yere bu kameralar yerleştirilmeli. Bunlara verilecek para insan yaşamıyla ölçülemez. Hiç olmazsa bundan sonrasında belki bombayı engelleyemezsin ama yapanı yakalama şansın olur.
NOT: Şimdi bunu yapan alçak yakalanırsa AB standartlarına göre müebbet hapis yiyecek. AB ülkeleri bunu lanetleyeceğine o PKK’ya yaptıkları yardımı kessinler. Ben size soruyorum, bu konularda idam olsun mu olmasın mı? Ben hem bu konuda, hem de ormanları yakanlar konusunda idamdan yanayım. Kimse kusura bakmasın. İsteyenle de sonuna kadar tartışırım.
Ankara’nın hali harap
SARIYER Belediyesi’ni canı gönülden kutluyorum. O elektrik direklerine yaptıkları çiçeklikler beni bir anda Avrupa’ya götürdü. Demek ki, böyle incelikli düşünen belediyeler var. Maddi olarak yaptıkları çok büyük bir şey değil ama estetik ve incelik olarak mükemmel.
Bir de dönüyorum Ankara’nın göbeğindeki Tunalı Hilmi Caddesi’ne. Elektrik direkleri, İstiklal Savaşı’ndan kalma. Kaldırımları, Taş Devri’nden. Ne ayaklar kırılıyor, ne bilekler burkuluyor ama benim vatandaşım sesini çıkarıp, zabıt tutturarak tazminat davası açmıyor.
Yalnız yağmur yağdığında kaldırım taşına basıp, tepeme kadar ıslandığımda görevlilerin ve yetkililerin kulaklarını yedi ceddine kadar çınlatıyorum.
O sırada eğer varsa ayna olan bir yere gidiyorum. Hele boy aynası olursa daha bir müthiş. Lunaparklardaki komik aynalar gibi kendime bakıp gülüyorum. Türk insanını ne hale düşürüyorlar. Hokkabaza döndürüyorlar. Ona gülüyorum. Ankara’nın en can alıcı caddesinde çamur banyosu yaptırıyorlar, ona gülüyorum. Ondan sonra da ancak ağzıma ne gelirse, onu söyleyebiliyorum.
Soruyorum bu kaldırımlar kime ait. Büyükşehir Belediyesi’ne mi, Çankaya Belediyesi’ne mi? Etraftan yüksek sesle cevapları duyuyorum: "Büyükşehir Belediyesi sorumlu" diye. Yani, Melih Gökçek. Ama Melih Gökçek şu sıralar ODTÜ’nün yıkılmasıyla uğraşıyor. Ankara’nın candamarı Kavaklıdere Caddesi’nin kaldırımları yıkılmış çok mu? Diyorlar ki, "Melih Gökçek, Kavaklıderelileri cezalandırıyor." Düşünüyorum, söyleyenler haklılar. Çünkü, yeni Cumhurbaşkanı gelmeden evvel Çankaya Köşkü’nün bütün etrafı bir haftada hemen yenilendi. Kavaklıdere’de milyonlarca kişi geziyor. Köşkün etrafında 50-100 kişi.
Arda, Ronaldo değil
ARDA’ya soruyorlar "Real Madrid" diye. O da kayıtsız kalıyor. Arda, milli takımda kendini biraz gösterebildi. Emre sakatlanmasaydı, oynayamayacaktı. Fatih Terim tarafından kenarda oturtulacaktı. Şu anda Christiano Ronaldo ile Arda’yı karşılaştırmak hata olur. Arda birkaç sene sonra Ronaldo olabilir. Ama şu anda Ronaldo tek başına çok büyük bir silah. Tabi, yanında oynayan futbolcuların etkenliği de önemli. Ama, en büyük yanılgıya insanlar şurada düşüyor. Arda’nın oyun şekli anlayışı ile Ronaldo arasında dağlar kadar fark var. İkisi çok farklı iki futbolcu. İkisini karşılaştırmak, elma ile armutu, kavun ile karpuzu karşılaştırmak gibi bir şeydir.
Yönetici suçludur
FUTBOL takımları kamptalar. Fenerbahçe evine erken döndü. Maçlara erken başlayacak. MTK ile ön eleme oynayacak. Takımlarda kadrolar şişmiş durumda. Şu an cicim aylarındayız. 20 gün sonra lig başlarken, futbolcuların bir kısmı ya satılacaklar, ya kiralık gönderilecekler. İşte o zaman futbolcuların hakiki beyanatları gazetelerde çıkmaya başlayacak. Şimdiden diyorlar ya, "Bizim antrenör süper. En büyük bizimki başka büyük yok." 20 gün sonra kiralık giderler ve satılırlarsa en kötü antrenör övdükleri olacak.
2005-2006 sezonunda 24, 2006-2007 sezonunda 13, 2007-2008 sezonunda da 21 hoca ile takımların yolları ayrılmış. Bakalım bu sezon hedeflerde ne oranda değişme olacak.
Aslında sorun ne teknik direktörlerde, ne de futbolculardadır. Kesinlikle yöneticilerdedir.
Sahada konuşun da sizi orada görelim
NE Emre’nin Galatasaray-Fenerbahçe konuşmaları, ne de Selçuk’un Mehmet Aurelio hakkında konuşmaları son derece yanlış. Galatasaray eskide kalmış. Ama, Emre’nin tribünlere yaptığı hareketler eskide kalmıyor.
Bazı futbolcular vardır herkes sever. Mesela Alex. Mesela eskilerden Hooijdonk. Daha da eskilere gidildiğinde Metin Oktay. Her kulüp taraftarı tarafından sevilen oyuncular. Niye? Çünkü bunların burnu büyük değil. Herkese sempatikler. Hiçbir seyirciye, hiçbir basın mensubuna hareket yapmıyorlar. Niye? Önce sporculardı da ondan. Sonra futbolcu oldular. Yıllar sonra çıkıp da çeneyle bunları düzeltemezsin.
Selçuk’un da Mehmet Aurelio hakkında konuşmaması gerekir. İki futbolcunun da yapacağı şeyler var. Sahada koşmak. Oynadıkları futbolla, "Helal olsun" dedirtmek. Gerisi hikaye. Lafla futbol oynanmıyor. Ayakla oynanıyor. Yürekle oynanıyor, kondisyonla oynanıyor.
Lincoln hep aynı
LİNCOLN hala konuşuyor. Futbolcu kardeşimiz geçen sene o kadar büyük darbeler yemiş ki rakiplerinden, ondan futbolunu oynayamamış. O darbeleri saha içinde mi yedi saha dışında mı? İkincisi daha takım birinci günden hazırlanırken, o kaçıncı gün katıldı arkadaşlarının arasına. Hazırlık döneminde kaçırılan bir-iki idman bile inanılmaz derecede önemlidir. Ama helal olsun Lincoln’e. Bize onun gibisi yakışır. Aslında alan razı veren razı. Bize ne düşer? Ama ondan sonra ikili mücadelelerde de yerden kalkmayıp, sürününce verirler hakemlere gazı. Ama kimse Lincoln’ün sezon başında kaç gün geç idmanlara başladığından bahsetmez.
NOT: Bu yazı geçen hafta yazılmıştı. Yer kalmadığı için bu haftaya kaldı. Ama farketmez Lincoln, Türkiye’de oynadıkça, sambacının sakatlık yazıları hiçbir gün bayatlamaz. Fırından yeni çıkmış pide gibi. Sür üstüne tere yağını bir de tulum peyniri, hafif açık çay, yeme de yan gel yanında yat.