Başarısız sonuçlarda neden asla "kötü yönetim" olmaz. Gidenler hep "sonuna kadar arkasındayız" denilen teknik direktör olur.
Başkan ve yöneticiler, "Teknik direktörün arkasındayız", söylemlerine başladığında, herkes ne anlama geldiğini bildiğinden, başlıyor "icraatı" beklemeye.
DÖRT büyükler de dahil kulüplerimizin birçoğunun başkan ve yöneticileri, takımları ne kadar başarısız olursa olsun, kendileri gitmeyi akıllarından dahi geçirmezler. Kötü gidişe hemen bir neden bulunur. Ama bu neden, asla "kötü yönetim" olmaz.
Gidenler, hep teknik direktör olur. İşin aslı traji-komik yanı da, başkan ve yöneticilerin teknik direktörlerden memnuniyetsizliklerini hiçbir zaman dışa vurmayıp, "Sonuna kadar arkasındayız" edebiyatı yapmaktan da çekinmemeleridir. (Başkan ve yöneticiler, teknik direktörlerinin arkası yerine, yanlarında dursalar yeter.)
Koltuğun cazibesi
Ama bizler, yöneticilerin arkasına geçtikleri teknik direktörlerin "gidici" olduğunu hemen anlarız. Büyük tantanalarla ve omuzlarda taşınarak karşılanan teknik direktörler, gidişlerinde el sallayacak bir uğurlayıcı dahi bulamazlar. Yani, gelişleri ne kadar muhteşemse, dönüşleri de o kadar hazindir.
Galatasaray’da Mircea Lucescu,Fatih Terim, Gheorghe Hagi için "Anca beraber kanca beraber" nutukları atıp, "Sonuna kadar arkasında duracağız" diyen Özhan Canaydın, sıra değişime gelince, tercihini hep teknik direktörleri göndermekten yana kullanmıştır.
Beşiktaş’ta Yıldırım Demirören’in "Sonuna kadar arkasındayız" dediği Vicente Del Bosque ve Rıza Çalımbay anında yok oldular. Şimdi de Jean Tigana’nın arkasında olduğunu söylemeye başladı. İnşallah, onun da akibeti diğerlerine benzemez.
Fenerbahçe’de de bu komedi yıllarca devam etti. Mustafa Denizli, Rıdvan Dilmen, Oğuz Çetin, Werner Lorant, Christoph Daum için de başkan ve yöneticilerin tamamı, sonuna kadar arkasında olduklarını söyleyip, gereğini yaptılar.
Koltuğuna döndü
Hiçbir başkan (bir-iki istisna hariç), kendinden iyi yönetecekler bulunduğunu ve asıl çözümün istifa olduğunu düşünmez. Bir ara Aziz Yıldırım, istifa etti.
Ancak bir başka adayın çıkmasına dahi tahammül gösteremeden, cazibesine dayanamadığı koltuğuna geri döndü. Böylece bu istifanın da "gündem değiştirmek için" yapıldığı ortaya çıktı.
Şaka oldu, kaka..
14 yıl üzerine şampiyon olan Galatasaray’da genç bir yöneticiydim. Bir gün yönetim kurulunda şaka yollu ve yarım ağızla "Ben yoruldum, seneye yokum" dedim. O zaman isimlerini "üç uzunlar" koyduğum, yönetim kurulu üyesi arkadaşlarım Faruk Süren, Özhan Canaydın ve Ersin Börteçin benden ne kadar usanmışlar ki, hemen bana hak verip, "Sen gerçekten yoruldun, biraz dinlen!" dediler. Anında Ali Tanrıyar ağabeye, "Ergun Gürsoy’a yazık oluyor, başkan lütfen müsaade et!" dediler.
Sağolsun başkanımız da arkadaşların ricasını kırmadı; şaka, kaka oldu. Pişman olsam da sözümün arkasında durdum ve bu davranışım, altı yıl yönetim kurulunun dışında kalmama maloldu.
Şimdi başkan ve yöneticiler, "Teknik direktörün arkasındayız" söylemlerine başladığında, herkes bunun ne anlama geldiğini bildiğinden, başlıyor "icraatı" beklemeye.
Kükreyen aslan, yürekli hakem!..
PROFESYONELLİK bilincinden uzak, kurallardan bihaber futbolcularımızın "gereksiz sarı kart" görmeleri, anlaşılır gibi değil.
Bakıyorsunuz futbolcu, rakip sahada ve takımı için en ufak bir tehlike yok; ama kasti faul yapıp sarı kartı görüyor. Asıl üzerinde durmak istediğim, hakem kararlarına gösterilen yersiz ve aşırı tepkiler. Futbolcularımız, tartışmaya açık en ufak bir yanı bulunmayan kararlarda dahi, el-kol hareketi yapıp bir şeyler konuşarak (Seslerini duymasak da bunların bazılarının ne olduğunu hareketlerinden anlayabiliyoruz) hakemin üzerine yürüyorlar.
Hani bıraksalar, sanki hakemi dövecekler! Kendi hatalarını ve yetersizliklerini kamufle etmek için, orkestra şefi gibi seyirciyi yönlendirip, küfür ettirerek, zaten ekonomik zorluklar içerisindeki kulüplerin, ödenmesi güç para cezalarına maruz kalmasına neden oluyorlar.
Avrupa’ya bakın
İş bununla da bitmiyor, asıl facia bundan sonra başlıyor. Hakemin kararına "kükreyen aslan" edasıyla tepki veren futbolcu, sarı kartı gördükten sonra, ikincisini görürüm endişesiyle "süt dökmüş kedi"ye dönüyor. Maçın devamında ise pozisyonlardan kaçıyor, rakibiyle gerektiği gibi mücadele edemiyor, takımına büyük zarar veriyor.
Oysa Avrupa’da oyuncuların bu tarz davranışlarına pek sık rastlanmıyor. Hatta hafta sonu seyrettiğim Newcastle-Everton maçında hakem 2 kırmızı, 4 sarı kartla oyuncuları cezalandırdı. Ancak verilen bu kararlara oyuncular tarafından (tartışmalı bile olsa) en ufak bir itiraz olmadı.
Hakemlerimize de bir çift sözüm olacak... Avrupa liglerinde hakemler, belli bir davranış ve tutum içinde futbolculara kart gösteriyorlar. Cezalandıracağı futbolcuyu önce yanına çağırıyor, sonra, kararlı bir eda ile kartını gösteriyor. Ve bunu yaparken sukünetinden hiçbir şey kaybetmiyor.
Acele ve telaşla
Bizim hakemlerimizse, cezalandıracağı futbolcunun yanına, koşarak gidiyor. Aleyhindeki seyirci tezahüratının biran evvel bitmesini sağlayabilmek için ya da "Seyirci tepkisi ile kart gösterdi" demesinler diye, acele ve telaşla kartını gösteriyor.
Futbolcularımızın da hakemlerimizin de bu konuda daha duyarlı ve özenli olmasını bekliyoruz.
Bu ikili yanyana OYNAYAMAZ
HER sezon takımların başarısızlıkları için bir takım bahaneler bulunuyor. Sonunda, bu bahanelere uygun bir söylem öne çıkıp moda oluyor.
Bu sezon da "Bu ikili yan yana oynamaz" söylemi, çok revaçta. (Beşiktaş’ta Delgado-Ricardinho, Galatasaray’da İliç-Carrusca, Fenerbahçe’de Tümer-Alex gibi)
Diyelim ki, bu saptamanız doğru... O zaman yan yana oynayamayacak bu oyuncuları neden transfer ettiğimizin hesabını vermemiz gerekmez mi?
Böyle bir görüşe asla katılmıyorum. Daha önceki bir yazımda, İtalya’da Dünya Karması’nda savunma görevi verilen Rıdvan Dilmen’in bu mevkii hiç yadırgamadan başarılı bir oyun çıkardığını anlatmıştım.
İyi bir futbolcu, kalecilik hariç, her yerde oynayabilen ve kendisine verilen görevi layıkıyla yerine getirebilendir.
Bu durumda üç olasılık var; ya bu transferleriniz iyi futbolcu değil, ya siz bu futbolcuları oynatmayı bilmiyorsunuz, ya da transfer yapmayı beceremiyorsunuz.
Düşünün, doğru sonucu siz bulun...
FIKRA GİBİ...
Gazeteciden ÇOK İYİ dost olur!
LIVERPOOL-Galatasaray maçı için İngiltere’ye güzel bir program yaptık. Ancak, belimde büyük bir arıza meydana geldi. Masörüm çok iyi iş yapmak için fazla zorladığından gerdirme nedeniyle fıtık olduğum ortaya çıktı. Yakın dostumuz ve aile hekimimiz Prof.Dr.Azmi Hamzaoğlu, ameliyat olmam gerektiğini söyledi.
Acı haberi Ayşe’ye (sevgili eşim) ilettiğimde gülümseme ifadesi, yerini derhal somurtmaya bıraktı; kaşları çatıldı, yüzü asıldı. Geçireceğim operasyon, onu derinden etkilemiş ve üzmüş olmalıydı. Ayşe’nin bana olan engin sevgi ve düşkünlüğü, bir kez daha kanıtlanmıştı.
Çok duygulandım... Tam da bunları düşünüyordum ki, Ayşe sert bir ifade ile bana "Valizleri hazırladım, programı bozamayız. Azmi bu ameliyat işini erteleyecek bir şeyler yapar" deyince, acı gerçeklerle yüzleştim. Durun daha bitmedi...
Bizi yanlız bırakamazsın
Aynı haberi Liverpool’da yorumculuğuna çıkacağım Star TV’nin "kamikaze kardeşleri" Serhat Ulueren ve Süleyman Rodop’a aktardım. İkisi birden, "Ağabey, bel ağrısından ne olur, bizi yalnız bırakamazsın. Mutlaka Liverpool’a gelmelisin" diye tutturdular.
Kafaya aldıkları Azmi Hamzaoğlu da bu üçlüye katıldı. Ayşe’nin ve Star TV’nin hatırına, ufak tefek bazı tamiratla beni yola hazır hale getirdi.
Bu dörtlüye "Tamam, ama bu egoistliğinizi okuyucularımla paylaşırım" dedim. Dördü de "Okuyucular bizi yanlış anlar" diye itiraz edip, serzenişte bulundular.
Yazı ve yayın her
şeyin önüne geçiyor
Sevgili okuyucular, daha içerisine yeni girdiğim bu camiada gördüm ki; yazı ve yayın her şeyin önüne geçiyor ve önemli bir konu bulamazsan, en yakınlarını bile çekinmeden haber yapıp, yazıya dökebiliyorsun.
"Gazeteciden çok iyi dost olur!.." diye ne de güzel söylemişler.