BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, bağımsız kurumları Hükümete geldiğini günden beri içine sindiremedi.
Sindirememesinin nedeni ise açıktı; iktidarı paylaşmak istemiyor, tüm iktidar gücünün kendisinde olmasını istiyordu ve bağımsız kurumları iktidar anlayışına tehdit olarak gördü. Aslında bu anlayış sadece Tayyip Erdoğan için geçerli değil. Daha önceki Hükümetler de bağımsız kurumları içine sindirememiş, bağımsız kurumların oluşumunu yıllarca engellemişlerdi. Nedeni yine aynıydı; iktidarı paylaşmak istemiyorlar, her türlü karar kendilerine olsun istiyorlardı.
Ama dünyanın gerçekleri öyle değil... Türkiye’nin kaynakları kısıtlı, buna karşılık büyüme hırsı fazla. Sadece kendi kaynaklarıyla yetinmek istediği takdirde, ne büyük bir ülke olabilir, ne de halkına iş ve refah verebilir.Bu ülkenin halkı verdiği oyla “Ben küreselleşmenin dışında kalayım, kendi yağımla kavrulayım, çocuklarıma iş ve aş bulmasam da olur” mu diyor, yoksa “Ülkeyi iyi idare edin, büyüyün, iş yaratın, ekonomik ve özgürlük standartlarını yükseltin” mi?
Eğer kapalı bir toplum değilsek, halk iradesi tam tersine bir tercihi gösteriyorsa, iktidarlar da bunun gereğini yapmalıdırlar. O nedenle Türkiye küreselleşme içinde olmayı tercih etmiş, o nedenle yabancı sermayeye kapılarını açmış, yatırımları bu yolla artırmaya çalışmıştır. Yabancı sermayenin bir ülkeye girebilmesi, milyarlarca dolarlık yatırım yapabilmesi için ise, ileri sürdüğü şartlar vardır. Bunlardan ilki yerli ve yabancı sermaye ayrımının olmaması, para getirdikleri ülkenin kurumsallaşmış, öngörülebilir kuralları olan bir ülke olması, uluslararası hukuk kurallarının işlemesidir. Elbette “vahşi kapitalizm” örneği bazı uluslararası sermaye, çok başka kaygılarla, kurumsallaşmasa da belli ülkelere gider ve büyük yatırımlar yapabilir. Ancak bunlar “muz cumhuriyeti” dediğimiz, kuralları belli olmayan, belirli bir kastın hakim olduğu, paralarını kural dışı, istediklerinde fazlasıyla geri alabilecekleri otoriter rejimlerdir.
Ancak artık bu örnekler de azaldı ve kurumsal yapılara sahip ülkeler aranıyor. Yani, yabancı sermaye bir ülkeye gidiyorsa o ülkenin mevcut iktidarına bakarak değil, iktidar kim olursa olsun değişmeyen kurallara sahip, mağdur olmayacaklarını bildikleri ülkelere gidiyorlar.
İşte yabancı sermaye Türkiye’de kurumsallaşmış bir yapı oluşması için, bağımsız kurumlar dediğimiz regülasyon kurumlarının oluşmasını şart koştu. İktidarlar ne kadar istemeseler de, yabancı sermayeye ihtiyaç olduğu için, bu kurumların oluşumlarına razı oldular.
Başbakan Erdoğan iktidara geldiği ilk günden buyana bu kurumların bağımsız olmasını istemiyordu. İktidarını güçlendirdikçe de, bu kurumların bağımsızlıklarını parça parça ellerinden aldı. En son geçen hafta ilgisiz bir kararnamenin içine konan, parantez içinde bir madde ile, bağımsız kurumlar ilgili oldukları bakanların, idari ve mali açıdan her türlü tasarrufuna açık hale getirildi. Yani, artık bağımsızlık kağıt üzerinde kaldı sayılabilir.
Halbuki çağdaş dünyada iktidarlar, artık her alanda gücün paylaşımı üzerine kuruluyor..
İŞ ALEMİ TEPKİ VERMELİ
İyi de, yabancı sermeyenin yatırım için ileri sürdüğü “bağımsız regülasyon kurumları” şartı aynen duruyor. Bakmayın küresel krizin yeniden hortlaması nedeniyle, tüm bu konuların tali birer konu haline geldiğine, bunlar uluslar arası sermayenin hala olmazsa olmaz şartları. Bu patırtı içinde gözler başka bir şey görmese de, yarın yatırım zamanı geldiğinde, yabancı sermaye gelmek için yine bu düzenlemelere bakacak.
Bir düşünün; enerji açığımız var, yatırım ve yabancı sermaye şart, yoksa karanlıkta kalırız diyorsunuz, dağıtımdan sonra elektrik üretiminde özelleştirme planlıyorsunuz ve mutlaka yabancı sermaye bekliyorsunuz. Ancak öte yandan Enerji Piyasası Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nu (EPDK) siyasi otoriteye bağlıyorsunuz. Yabancı sermaye, milyarlarca dolar yatırdığında tüm kaderinin teknik ve küresel gerçeklere göre karar veren kurum yerine, bir politikacının iki dudağının arasından çıkacak sözlere göre değişmesine razı olur mu?
Demek istediğim o ki; bağımsız kurumlar iyi çalışmamış, özellikle son yıllarda teknik yerine siyasi atamalarla yeterliliklerini kaybetmiş de olabilirler. Ancak yapılması gereken bu kurumları tümüyle bağımsız hale getirecek değişiklikleri yapmak yerine, tam tersine tümüyle politikacılara bağlamak değildir. Dünyanın gerçeği de bu değil. Bu düzenlemelere her şeyden önce TOBB, TÜSİAD gibi, ideolojik davranmak yerine ülkenin geleceğini düşünen, uluslararası kuruluşlarla yakın ilişkide olan, bu nedenle bağımsız kurumların önemini çok iyi bilen işaleminin temsilcileri karşı çıkmalı.
Aslında sadece işalemi değil, işsizliğin azalmasını, kurallı bir demokrasi ve piyasa ekonomisi isteyen, kayırmacı politik kararlar istemeyen, sendikacılar da dahil, herkes karşı çıkmalı.