Sadece işçi kesiminin değil, iş aleminin de rahatsızlığı büyüyor
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
HÜKÜMET sadece işçi kesimiyle, çalışan kesimle değil iş alemiyle de gergin bir ilişki sürdürüyor. İşçi kesimine ilişkin tepeden bakan tavırlar, “özlük haklarına ilişkin doğal hak arama”ya bile karşı takınılan tahammülsüz tutumlar, Tekel eylemi nde yaşadığımız gibi, çatışma havasını besle yen bir seyir izliyor.
İş alemindeki gerginliğe gelince... Klasik “sermaye yapısı değişiyor, statükocu sermaye şikayet ediyor” tanımını içine girecek bir gerginlik kesinlikle değil. Böyle olmadığına ilişkin en önemli kanıt ise mevcut hükümetle birlikte palazlanan, siyasi yakınlığı olan işadamlarının bile, bir süredir ciddi biçimde yakınmaları. Her şeyden önce ekonomik olarak gerekenlerin yapılmadığı, krizin küçümsendiği, bu nedenle krizden çıkış için gerekli tedbirlerin alınmadığı konusunda önemli bir şikayet var. Bununla birlikte yine IMF ile anlaşma sürecinin uzatılması, ekonomide gerekenlerin yapılacağı konusunda büyük bir güvensizlik oluşturmuş durumda. Yakın işadamları bile hükümetin siyasi-ekonomik süreci yönetemediği görüşünde. Hükümetin Maliye Bakanlığı’nı bir silah olarak kullanması, en küçük eleştiriye bile takındığı tahammülsüz ve baskıcı tutumu, sadece büyük işadamlarını değil Anadolu’daki hükümete yakın olarak bilinen orta ve küçük boy sermayeyi de son birkaç yıldır rahatsız ediyor. Son dönemde bu eleştirilere “Devletten iş almada bölgesel ayrımcılığın başladığı” yakınmaları da eklendi ve bu yakınmalar hükümete yakın önemli işadamlarının sohbetlerinden çıkıyor. TÜSİAD’ın yeni Başkanı Ümit Boyner’in ilk konuşmasında “Demokratik açılım bir bütündür, bir süreçtir. Aşamaları planlanmamış, stratejik bütünlüğe sahip olmayan ve sosyal paydaşlarla olgunlaştırılmamış bir yaklaşım toplumsal dalgalanma ve kutuplaşmayı daha da arttırabilir, bedeli çok ağır hale gelebilir” demesi, yaşanan siyasi süreçten rahatsızlığı açıkca gösteriyor. Boyner’in “Hani biz bir köprü idik? Medeniyetler ittifakı için örnek ülkeydik. Hoşgörünün, binlerce kültürün beşiği idik. Ne oldu bize? Bizi ne tutuyor? Niçin 1. lige bir türlü çıkamıyoruz? Sorunlarımızı birlikte çözmek yerine taraflara bölünüyoruz. Herkesten, herşeyden şüphe duyuyoruz, konuşmuyoruz, bağırıyoruz, dinlemiyoruz, dinleniyoruz. Gerçeklerle yüzleşmek yerine komplo teorileri üretiyoruz. Ne oldu bize?” sözleri ise özellikle yaşanan baskılardan, artırılan kutuplaşma havasından duyulan rahatsızlığı gösteriyordu. ‘ZULÜM İLE ABAD OLUNMAZ’ Ümit Boyner, hepimizin huzura ihtiyacı olduğunu, gergin bir toplum olarak yaşamaktan yorulduğumuzu belirtip, “korkularından şüphelerinden sıyrılmış bir Türkiye” istiyor. Bu konuşmadan birkaç gün sonra bu kez iş aleminin çatı örgütü olan, sadece büyük sermayeyi değil küçük ve ortaboy sermayeyi de temsil eden TOBB’un Başkanı Rifat Hisarcıkloğlu’nu “darbeci” olarak tanımlama amacı taşıdığı belli olan bir haber yayımlandı. Tabanda çok sevildiği için, sürekli Anadolu’nun nabzını tuttuğu için hükümetin rahatsız olduğunu bildiğimiz Hisarcıklıoğlu, kendisine dönük bu girişimi anında sert bir dille yalanladı. “Darbe yapmayı vatana ihanet sayarım” diyerek sözlerine başlayan Hisarcıklıoğlu’nun konuşması “tüm kesimler”e demokrasi dersi verir nitelikteydi. “Taraf olmaya zorlanan”ların, başka bir deyişle “makul” çoğunluğun sesi gibiydi. Hisarcıklıoğlu’nun “Darbe tezgâhları ne kadar namussuzluk ise, haysiyet cellatlığı da, o kadar namussuzluktur. İkisi de zulümdür. Zulüm ile de abad olunmaz” sözleri bence konuşmasının en çarpıcı bölümlerinden biriydi. “Haysiyet cellatlığı” tanımının dini literatürdeki önemini, bununla en çok kimin kastedildiğini, herhalde en çok da bu sözün muhatapları bilecektir. Aynen “Zulüm ile abad olunmaz” sözünün muhatapları gibi... Son bir saptama: Herhalde Nuray Mert’in açtığı son tartışmada ne kadar haklı olduğunu, en çok da, bunu derinden yaşadığı için, iş alemi biliyordur...