GEÇEN hafta Türkiye’ye kısa vadeli sermaye hareketlerinde geri dönüş başladığını, bunun nedenlerinden birinin benzer ülkelere kıyasla faiz oranlarındaki hızlı düşüş olduğunu, bu nedenle örneğin Brezilya’dan o kadar çıkış olmazken, Türkiye’nin daha fazla etkilendiğini söylemiştik. Ancak işin boyutlarının son günlerde epeyce büyüdüğü gözleniyor.
Dün itibariyle borsada büyük düşüşler yaşanırken, faizler de 18 puanın üzerine çıktı. Bu kez sadece Türkiye’den değil, diğer gelişmekte olan ülkelerden de kısa vadeli sermayenin, portföy yatırımlarının geri çekilmeye başladığı gözlendi.
Şimdi artık ‘global risk algılamasının artmasından’ söz ediliyor. Daha kısa süre öncesine kadar FED’in, aşırı büyüme eğiliminden kaygı duyup faizlerde artışa gittiği gözlenirken, kısa vadeli faizlerdeki artışın uzun vadeyi de etkilediği görülüyordu ve bu nedenle 10 yıl vadeli kağıtların faizleri bile önemli ölçüde artmıştı.
Ancak son günlerde, özellikle büyük şirket kárlarında gözlenen gerileme, petrol fiyatlarındaki aşırı artış ve emtia fiyatlarındaki sert düşüşler, global büyüme eğiliminden şüphe duyulmasına neden oldu. Yani beklentiler tersine dönmeye başladı.
Daha önce FED’in 0.25’lik artışlarla yetinmeyip, önümüzdeki dönemde 0.50’lik faiz artırımlarına başlayacağı konuşulurken, şimdi artık FED’in 0.25’lik faiz artırımını yapıp yapmayacağı tartışılır hale geldi.
Türkiye ve benzeri gelişmekte olan piyasalarda sermaye çıkışına bu yüksek oranlı FED faiz artırımları beklentisi gerekçe gösterilirken, beklenti tersine dönmesine rağmen yine, hem de daha hızla sermaye çıkışı yaşanmaya başladı. İşte bunun nedeni global risk algılamasının artması ve tedirginliğin önce gelişmekte olan piyasalara giden fonları etkilemesi.
Kısacası, global anlamda bir karmaşa var ve bu karmaşadan ilk etkilenen de bizim gibi gelişmekte olan piyasalar oluyor. Dolayısıyla bir süre daha, en azından global anlamda risk algılamasının yönü netleşene kadar, bu çıkışın sürmesi de sürpriz olmamalı. En azından 3 Mayıs’ta yapılacak FED açıklamasına kadar bu belirsizliğin sürmesi bekleniyor.
Yani önümüzdeki dönem içeride borsa, kur ve faizler için karışık bir dönem olacak. Bu işin uluslar arası piyasalardan kaynaklanan yanı. Belki buna mayıs sonunda yapılacak Fransa referandumunu da eklemek gerekiyor. Son dönemde hayır diyeceklerin oyunun biraz azaldığı gözlense de hálá hayır oylarının fazla olması, tedirginliği artıran bir unsur. Referandumdan hayır çıkması, Euro-dolar paritesinde önemli oynamalar yaratacağı gibi, bu referandumun Türkiye’nin üyeliğini doğrudan ilgilendirmesi, içerdeki etkisinin büyümesine yol açacaktır.
İşte bu noktada, iç piyasadaki olumsuz gelişmelerde, bu uluslararası gelişmelerin etkisinin yanısıra iç siyasetten kaynaklanan tedirginlikler bulunduğunu da söylememiz gerekiyor. Son dönemde çatışma görüntüsü veren milliyetçi hareketlerin artması, Abdullah Öcalan’ın yeniden yargılanma kararının çıkma ihtimalinin güçlenmesi, şimdilik çok fazla olmasa da, piyasaları tedirgin eden bir unsur haline gelmeye başladı.
Belki buna Petkim’in satışı gibi büyük halka arzların borsadaki düşüşte etkili olma ihtimalini de eklemek gerekiyor.
Bizce uluslararası gelişmelerden Türkiye ekonomisinin daha fazla etkilenmesini önlemek için, içerde yapılacak işlere ağırlık verme zamanı geldi, geçiyor. Maalesef son dönemde ekonomi yine önceliğini yitirdi, iç siyasetteki kısır çekişmeler öne çıkmaya başladı. Ne zaman bu dönemdeki gibi, siyasi çatışmalar öne çıkmaya başladığında, ekonominin bundan olumsuz etkilendiğini de gözden uzak tutmamamız gerekiyor.
Bizce biran önce yapısal tedbirler tamamlanır, ardından artık mikro çözümlere girilmeye başlanırsa, ekonominin uluslararası gelişmelerden etkilenme derecesi de azalacaktır. Aksi takdirde olumsuz gelişmeleri sadece uluslar arası gelişmelere bağlamak, kadercilik ve kolaycılıktan başka bir şey olmaz...