Paylaş
Zaten yumuşak inişin gerçekleştiği konusunda endişeler vardı, beklentilerin üzerinde gelen üretim verileri bu endişeleri iyice artırdı. Bununla birlikte doğal olarak “Merkez Bankası’nın uygulaması gereken politikalar” ın da tartışılması gerekiyor.
Ekonomide yumuşak inişin gerçekleşmesi gerektiği konusunda, iktidar partisinin bazı milli görüşçü yöneticileri ve yazarları dışında, zaten herkes hemfikir gözüküyor. Çünkü cari açık tehlikesinin büyüdüğünü, sıcak para azaldığı takdirde kurlardan başlayarak, aşırı büyümenin ekonomiyi vurmaya başlayacağını artık herkes görüyor.
İşte bu nedenle, büyümede yumuşak inişin olması gerektiği değil, daha çok mevcut trendin yavaşlamaya işaret edip etmediği konusunda tartışmalar yaşanıyor.
İşte dün açıklanan Şubat ayı sanayi üretimi verileri, daha çok bu açıdan ele alınacak. Piyasa beklentisi yüzde 2.7 iken, Şubat ayında sanayi üretimi yüzde 4.4 oranında büyüdü. Ocak ayında mevsim ve takvimsel arındırma sonucu üretimin yüzde 3 azaldığı saptanmışken, Şubat ayında yine aynı bazdaki artış yüzde 0.7 olarak belirlendi. Bu da çok açık biçimde sanayi üretiminde ciddi bir artışın yaşandığına işaret ediyor.
Şubat ayındaki olumsuz hava koşullarına rağmen sanayi üretiminin ilk 2 ayda yüzde 3 büyümesi, büyümede yumuşak inişin tartışılmasının en önemli nedeni. Yüzde 4 yıllık büyüme hedefinin, küresel ekonomi de böyle sürdüğü müddetçe, hedefleri aşması bence doğal olacak. Çünkü Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve bürokratların aksine, partiden gelen baskıların da sonucu, Hükümetin genel tavrının “Mümkün olduğunca fazla büyüme rakamının yakalanması” olduğunu açıkca görüyoruz.
Merkez Bankası’nın bu çerçevede sıkı para politikasını devam ettirmesi kaçınılmaz. Ancak harcamalardaki artış devam ettiği sürece, Hükümetin etkisinde faizleri de artırmak niyetinde olmayan Merkez Bankası’nın, günlük likidite ayarlamaları dışında fazla bir şey yapamayacağı da görülüyor.
Hükümetin tercihleri doğrultusunda iç talep ve üretimin canlı seyretmesi, ister istemez ithalatı da artıracaktır. Bu da, artan enerji fiyatlarının da etkisiyle, cari açığın geçen yılki gibi milli gelirin yüzde 10’u seviyesini koruması anlamına gelir. Bu oranın her an tehlikeye yol açacak bir oran olduğu da açık.
Dolayısıyla bu eğilim cari açık sorunun aynen devamı yanında, enflasyonun da ekonomik dengeyi bozacak ek bir tehlike olmasını beraberinde getirir.
İŞ KAZALARI KADER DEĞİL
Zonguldak Çaycuma’da köprünün çökmesi ve 14 kişinin kaybolmasının ardından dün üniversite öğretim üyelerinin daha önce verdikleri raporu öğrenince, nasıl göz göre göre insanlarımızı harcadığımız bir sistem içinde olduğumuzu, bir kez daha hatırladım.
Daha geçen ay baraj yapımında kapağın patlaması sonucu ölen işçiler, Tuzla’da sürekli tekrarlanan ölümlü iş kazaları, hala toprak altında bulunan kömür ocaklarında çalışan işçilerin cenazeleri. Üstüne de bu köprü faciası.
Üniversitei öğretim üyeleri, daha bir ay önce bu köprü için verilen “yıkılır” raporunu hatırlatıp, hem eskiyen köprülerin sürekli makyaj değil ciddi güçlendirmelere ihtiyaç duyduğunu, son dönemde sayıları artan hidroelektrik santralleri ve barajlar nedeniyle, mecburen bırakılan suların normal debiyi çok artırıp, özellikle eski köprüleri haddinden fazla ve hızlı yıprattığını, bu unsurların raporlarda yazıldığını söylüyorlar.
Evet, büyümede yarıştığımız Çin ile iş kazaları konusunda da yarışıyoruz..
İş kazaları, köprü kazalarına “kader” denemez, olsa olsa vahşi kapitalizm denir.
Bu da, ekonomi gibi demokrasi kalitesinde da Çin ile yarıştığımızı gösterir.
Vahşi Kapitalizm yerine, insana değer veren kurallı bir piyasa ekonomisi ve insana saygılı bir demokrasi gerekiyor. Bu ise eğitimin “kader”anlayışına değil, bilimsel baza oturmasıyla olur.
Paylaş