CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül, ilk AKP iktidarında Başbakan iken işalemine daha yakın bir görünüm veriyordu. Daha sonra Tayyip Erdoğan Başbakan olduğunda, işalemi yine Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül’e derdini çok daha iyi anlatabiliyordu.
O süreçte IMF ile anlaşmanın yenilenmesinin gerekliliği konusunda Gül’ün ne kadar sağduyulu davrandığını, partisini anlaşmaya ikna ettiğinde ne kadar rahatladığını, yazmadığım özel sohbetlerimden çok iyi biliyorum. O dönem Gül olası bir krizi engelledi.
Aslında Abdullah Gül sadece işalemine daha yakın durmuyor, aynı zamanda işçi sendikaları da dahil, her kesimden sivil toplum kuruluşları ile çok daha yakın temasta. Daha doğrusu Başbakan Tayyip Erdoğan’ın herkese tepeden bakan, buyurgan tavrı Abdullah Gül’de yok, Gül daha fazla diyalogdan, uzlaşmadan yana...
Son günlerde bu yaklaşım farkı, aynı zamanda devletin tepesindeki görüş ayrılıklarını kamuoyunun görmesi açısından da katalizör etkisi yaptı.
Gül Cumhurbaşkanı olduğunda "Hükümetteki denge unsurunun yok olduğunu" yazmıştık. Parti kuruluşundaki 4 öncü’den biri olan Bülent Arınç milli görüşe yakınlığı ile sivrilip ayıklanmış, Abdüllatif Şener yolsuzluklar ve diğer devlet kurumlarıyla sekter ilişkiler nedeniyle ortaya çıkan çatışmalar konusunda parti ile daha doğrusu AKP lideri ile ters düşmüş, ilkesel nedenlerle beklenen ayrılık yaşanmıştı. Yani Abdullah Gül Başbakanın "tek adam" reflekslerini törpüleyip, devlet yönetiminde gereken denge unsurunun en önemli aktörü haline gelmişti. Bence sadece yarattığı sıkıntılar nedeniyle değil, AKP içindeki dengenin kaybolması açısından da Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığına çıkışı yanlıştı.
Ekonomik krizin Türkiye’ye etkilerinin görülmeye başlamasından bu yana devletin tepesindeki krize yaklaşım farklılığı iyice su yüzüne çıktı. Geçen haftaki TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu toplantısı sırasında, ne kadar önemli farklar bulunduğu ispatlandı.
Özetle; Cumhurbaşkanı Gül, konumunun da gereği, bir yerel seçim için ekonominin feda edilmemesini, tüm kesimlerle uzlaşma halinde krizin aşılması gerektiğini, krizin etkilerinin küçümsenmemesi gerektiğini söylüyor. Buna karşılık Başbakan Erdoğan "eleştiriye tahammülü olmayan lider" tavrını sürdürüp, herkesin "sanki hiç birşey yokmuş gibi davranmasını" istiyor. Verdiği son "ben ülkenin doktoruyum" örneği ise hem içerik, hem şekil olarak krize yanlış baktığının bence somut bir kanıtı idi.
Göstermelik bütçe
IMF ile ne kadar detay görüşüldü bilmiyorum ama 2009 yılı için hazırlanan bütçenin "laf olsun" diye hazırlanan bir bütçe olduğu, her geçen gün daha iyi anlaşılıyor.
Bu bütçede yazılı rakamların gerçekleşmesi mümkün değil. Belki önümüzdeki yıl içinde yeni bir bütçe bile yapılması gerekecek. Şimdiden bu açıkca gözüküyor ama ne ekonomi yönetimi, ne piyasalar, hiç kimse sesini çıkarmıyor.
Bence IMF da pek sesini çıkarmayacak gibi gözüküyor.
Yani bütçe "işler yürümeye devam etsin" diye çıkarılan bir metne dönüştü. Bütçelerin piyasalar açısından yön belirleme, ekonomik aktörlere ufuk gösterme, öncelikleri belirleme gibi fonksiyonları 2009 bütçesinde kesinlikle yok.
Geçen hafta açıklanan 11 aylık bütçe bu yılki performansı iyi gösterdi ama aynı zamanda 2009 bütçesinin kesinlikle gerçekleşmeyeceğini de ortaya çıkardı. Düşünsenize; Kasım bütçesinde gelirler yüzde 4, vergi gelirleri yüzde 6 düştü, motorlu taşıtlardan alınan ÖTV yüzde 54, KDV yüzde 21 azaldı. İthalattan yapılan KDV tahsilatı, ithalatın Kasım ayında yüzde 25-30 arasında daralmış olabileceğini gösteriyor...
11 aylık bütçede son üç aydaki gider artışları da dikkat çekici. Bu arada bu yıl ödenek olmadığı için 2009 bütçesine mahsuben yapılan ödemeler de şimdiden başladı.
Halbuki 2009 bütçesinde, vergi gelirlerinde bu yıla oranla artışlar yazılmış durumda.